12 Eylül 1980 ihtilâlinin ürünü olan “1982 Anayasası”nın değişmesi gerektiği hususunda umumî bir mutabakat sağlanmış durumda. İhtilâl anayasası, kabul edildiği günden beri tartışılıp eleştiriliyordu. Bilhassa son yıllarda, ihtilâl döneminde hazırlanan mevcut anayasanın değiştirilmesine çalışıldı. Tamamı değilse de, pek çok maddesinde kısmî değişiklikler yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor.
Ancak, mevcut anayasanın; ‘ihtilâl şartlarında’ hazırlanmış olması kökten değişmesi gerektiği yönündeki talepleri sürekli canlı tuttu. Nihayetinde, gerek Avrupa Birliği yolundaki ilerlemeler ve gerekse diğer bazı şartların da zorlamasıyla yeni ve gerçek anlamda bir ‘sivil anayasa’ hazırlanması gündeme taşındı.
İktidar partisi yöneticileri sahip çıkmasa da, iktidar partisince hazırlatıldığı beyan edilen bir ‘anayasa taslağı’ kamuoyuna açıkladı. Taslağın açıklanmasıyla birlikte tartışmalar da alevlendi.
Tabiî ki yeni bir ‘anayasa’nın hazırlanması esnasında tartışma çıkmaması mümkün değil. İnsanlar konuşa konuşa, tartışa tartışa işlerini hallederler. Ancak bu yapılırken ‘kökten yanlış’lar yapılmamalıdır. Meselâ bir profesörümüz; yeni anayasa çalışmalarının “sivil anayasa çalışması” olarak isimlendirilmesine bile karşı çıkmış! Gerekçesini açıklarken de, “Doğrusu ben bu sivil anayasayı hiç içime sindiremedim. Türkiye’yi geçmişten bugünlere getiren anayasalar başka anayasalar mıydı? Hepsi sivil anayasaydı” demiş. (Milliyet, 14 Eylül 2007)
12 Eylül 1980 ihtilâli sonrası, ihtilâlin liderlerince sipariş edilerek hazırlatılan ‘1982 Anayası’na sivil demek mümkü ise ve bu görüşü de bir ‘bilim adamı’ dile getiriyorsa bize ne demek düşer? Bari ‘insaf’ diyelim ve dileyelim... Elbette ‘ihtilâl anayasası’nı savunmak isteyenler de onu savunabilir. Ama bunu yaparken, hiç değilse ‘ihtilâlcilerin hazırlattığı anayasa da sivil idi’ denmesin!
“Doğrusu ben bu sivil anayasayı hiç içime sindiremedim” diyen ‘bilim adamı’mız başörtüsü yasağı ile ilgili olarak da görüş beyan etmiş. Yeni oluşturulacak anayasada başörtüsü yasağının (onlar ‘türban’ diyor) kalkacağına ilişkin düzenlemelerin yer aldığı yönündeki iddiaların hatırlatılması üzerine ‘bilim adamı’mız şu karşılığı vermiş: “Bizim başörtüsü gibi bir sorunumuz yok. Bu ülkenin başörtüsü ile değil türbanla sorunu var...” (Agg.)
Peki, madem ‘başörtüsü’ ile değil de ‘türban’ ile sorununuz var; o halde ‘başörtüsü’ ile okula gelenleri kapıdan geri çevirmeyin! Bunun için önce aradaki farkı ortaya koyun! “Başörtüsü şudur, bu şekilde örtünürseniz okula girebilirsiniz” deyin! Bunu söylemeden ve başörtüsü ile türbanın farkını ortaya koymadan ‘lâf kalabalığı’ yapmak hiç de inandırıcı gelmiyor...
İşte Türkiye’nin ‘sorun’u bu anlayışta!
15.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|