AKP’nin sivil anayasa taslağı hazırlama işini tevdi ettiği akademisyenler komisyonunun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun da üniversitelerde kılık kıyafet serbestisiyle ilgili bir maddenin anayasaya konulmasının komik olduğunu kabul ediyor, ama Anayasa Mahkemesinin yasakçı yorumunu aşmak için bundan başka bir çare olmadığı görüşünü savunuyor.
Partinin taslağa son şeklini verirken bu görüşü benimseyip benimsemeyeceği henüz belli değil. Ama Genel Başkan Yardımcısı Fırat’tan gelen ilk sinyaller olumsuz. “Anayasa yönetmelik değildir, böyle bir madde olmaz” diyor.
Ancak oluşan hava, “Türban yasağını delmek için beş senedir fırsat kollayan AKP, yeni anayasa ile bu işi bitirmek istiyor” diye tetikte bekleyen yasakçı cepheyi harekete geçirdi bile.
İlk işaret fişeğini atanlardan biri, yaptığı seçim anketlerindeki sonuçlarla önce eleştirilen, ama sonra yere göğe sığdırılamayan Tarhan Erdem.
Neşe Düzel’e verdiği röportajda “türban” kelimesini tercih ederek başörtüsü için şaşırtıcı ve de çelişkili değerlendirmeler yapıyor Erdem.
Bir taraftan “Önemli çoğunluk türbanı önemsemiyor” iddiasında bulunurken, diğer taraftan “Yakın zamanlara kadar ülkede türban takanların sayısının azaldığını düşünüyordum. Ama şimdi türbanın arttığı izlenimine sahibim” demesi bu çelişkilerden biri.
“Çoğunluk türbanı dinin mutlaka yapılması gereken emri, Tanrı’nın emri olarak görmüyor; yarıdan fazlası siyasî simge olarak takıyor” iddiası da, ciddî ve tarafsız araştırmacı imajıyla bağdaştırılması mümkün olmayan bir hezeyan.
Aynı şekilde, “Türbanın çoğalması, kadın-erkek eşitsizliğinin arttığını gösterir” lâfı da.
Dinî bir emir olduğu, Bediüzzaman’ın ifadesiyle üç yüz elli bin tefsirin tasdiki ve on dört asrı aşan uygulama ile sabit olan tesettür hakkındaki bu haddini aşan değerlendirmelerin ardından, tuhaf bir kehanette de bulunuyor Erdem.
“AKP üniversitelerde türbanı serbest bırakırsa, iki sene içinde hiçbir üniversitede başı açık kız göremezsiniz. Çünkü toplumsal baskı yaratılır” iddiasını dile getiriyor (Radikal, 10.9.07)
Aslında bu iddianın hiçbir yeni ve orijinal tarafı da, yasakçı kafanın eskiden beri seslendirdiği, tamamen vehim ve çarpıtmaya dayalı, temelsiz bir kehanet olma dışında bir anlamı da yok.
Çünkü toplumda bu iddiayı destekleyen bir zemin yok. Tesettürlülerle “açık”lar barış ve ahenk içinde arkadaşlık, komşuluk, akrabalık ilişkilerini sürdürüyorlar. Ne “açık”lar tesettürlülere yan gözle bakıyor, ne de tesettürlüler açıklara.
Bu konularda en çok ağızlara sakız yapılan İstanbul Fatih’in Çarşamba semtinde bile, bir kısım medyanın yansıttığı havanın tam tersine, gayet hoşgörülü ve uyumlu bir beraberlik var.
Yani, kimilerince “Beyaz Türkler” olarak adlandırılan, bu ülkenin nimetlerinin kendilerine tahsisli olduğunu düşünen ve kendileri dışındaki herkese küçümseyerek bakan bir güruh dışında, toplum genelinde hiçbir problem yok.
Bu tablo ile örtüşmeyen münferit olaylar ya istisnaî ve mevziî örneklerdir veya provokasyondur. Bunlara genel hükümler bina edilemez.
Hiçbir bilimsel ve toplumsal temele dayanmayan “kişisel izlenimler”le üretilmiş uçuk ve uyduruk kehanetlere itibar edilemeyeceği gibi.
15.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|