Doğan grubu medyasının 22 Temmuz ve cumhurbaşkanı seçimleri sonrasında sergilediği hazımsızlığın arkaplanında, Sabah ve atv için yapılacak ihalenin bu gruba kapatılmasının yattığı görüşü giderek ağırlık kazanıyor.
Bu grubun yayın organlarında çıkan yıpratma amaçlı haberler, buna göre yorumlanıyor.
Bir gün bakıyorsunuz; bir bürokratın yurt dışı bir toplantıda ayakkabılarını çıkarıp koltuk üzerinde bağdaş kurmak ve üstelik beyaz çorap giymek gibi “bağışlanamaz” bir skandala imza attığı, Türkiye’nin en önemli ve hayatî meselesi buymuş havasında köpürtülerek duyuruluyor.
Ertesi gün bir okul müdürünün, yine ayakkabıların çıkarıldığı bir ortamda, koltukta oturmakta olan AKP milletvekili önünde diz çökmüş görüntüsü yayınlanarak, “Bakın, devletin bürokratları AKP iktidarında ne hallere düşürülüyorlar” gibisinden tahrikkâr mesajlar veriliyor.
Uzak ve yakın geçmişte de benzer örnekler yaşandığını hatırlıyoruz. İstanbul’da görevli bir belediye bürokratının meşhur Dim çayı macerası, bir THY yöneticisinin “apronda deve kurban etme” hikâyesi ya da küçük bir kızın açık bırakılan rögar kapağından kanalizasyona düşüp hayatını kaybetmesi olayında faturanın dönemin İSKİ Genel Müdürüne çıkarılması gibi..
Ankara’daki su kesintileri ve patlayan su boruları olaylarında da kabak ASKİ Genel Müdürüyle ekibinin başında patlamadı mı?
Görünen o ki, hayli zamandır devam eden, ama 22 Temmuz’da mâlûm sebeplerle geri tepen “AKP’yi yıpratma” mücadelesi şu aşamada, bir şekilde açığı tesbit edilen bürokratlar üzerinden sürdürülmek isteniyor.
Onun için, gerek merkez, gerekse taşra bürokratlarının ve bu meyanda özellikle yerel yönetim kademelerinin olağanüstü bir dikkat ve teyakkuzla, yanlış yapmadan, herhangi bir suiistimale karışmadan, adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde görevlerini sürdürme sınavları ağırlaşarak devam ediyor. Gözler, üzerlerinde.
Ve bu, üstlendikleri işin tabiatından kaynaklanan bir durum. Şikâyete hakları yok. Bu arada maruz kaldıkları veya kalacakları haksızlıkları püskürtmeleri de, hata yapmamalarına bağlı.
Öte yandan, medyanın “AKP’yi yıpratma” düşüncesiyle yaptığı kimi yayınlarda baltayı taşa vurduğunun da birçok örneği var. Özellikle dinî hassasiyet alanlarına giren konularda bilgisizce ve sorumsuzca yapılan suçlama, eleştiri, aşağılama ve tahrikler dindar kitleleri incitiyor.
Yeni bir medya skandalına dönüşen “namaz molası” tartışması bunun tipik örneklerinden biri. Oysa çok seyrek yaşanan istisnaî tatsızlıklar dışında, bu konuda yıllardır süregelen uygulama ile büyük ölçüde oturmuş bir gelenek var.
Şehirlerarası yollardaki hemen hemen bütün konaklama tesislerinde mescitlerin ihdas edilmesi, sefer esnasında vakti giren namazların çoğunun buralarda kılınması artık iyice yerleşip benimsenmiş; hayatın bir parçası haline gelmiş.
Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah romanında anlatılan, “şoförün, namaz kılmak isteyen yolcuyu indirip yola devam etmesi,” günümüz Türkiye’sinde rastlanabilecek bir olay değil.
Namaz kılmak isteyenlerin şoföre baskı yapıp otobüsü durdurmaları gibi bir hadise de yok.
Çünkü ibadete saygı, buna meydan vermez.
11.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|