Sivil anayasa iddiası ile hazırlıkları sürdürülen çalışmalarla ilgili tartışmalar hız kazandı. Ancak, anayasa değişikliği hak ve özgürlükler bağlamında değil de, başörtüsü yasağı etrafında tartışılmaya başlandı. Yani, yine bazı çevreler hedef saptırma peşine düştüler.
Daha hazırlıkların başında mevcut anayasanın 42. maddesine “kılık-kıyafet” kelimelerin gireceğinin açıklamasının ardından bazı kimselerin antenleri hemen bu tarafa döndü. Taslak konusunda AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat, “Türbanla üniversiteye gireceksiniz diye anayasada bir hüküm yer almaz” dese de tartışmayı hafifletmedi. Bilim kurulunun açıklanan taslağının 45. maddesinde “Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamaz” ve “Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” diyerek iki alternatif sunuldu. Şimdi bunlardan hangisinin metine gireceğine karar verilecek.
Bu maddenin Anayasaya girmemesi için baskı oluşturmak amacıyla her yöntem denenmeye başladı. Bundan sonra da bu yöndeki baskıların artacağı aşikâr. Ancak bu konu, eğitim özgürlüğü bağlamında değerlendirmedikçe, tartışmalar bitmeyecektir.
Son günlerde Tarhan Erdem’in tutarsız, gerçeği yansıtmayan beyanları da tartışmayı alevlendirdi. Erdem’in “Türban yasağı kalkarsa, üniversitede başı açık kimse kalmaz” gibi temeli olmayan, bilimsel bir araştırmaya dayanmayan, tamamen kendi ideolojisini taşıyan açıklaması bununla da kalmamıştı. “Bir gün kalkacaksınız ve üniversiteye gidenlerin hepsinin başı kapalı. Öyle bir hava yaratacak ki, şimdi üniversite kapısında peruk takanlar varsa, ilerde türban takacaklar” diye de ilave etmişti. (Neşe Düzel ile röportaj, Radikal, 10 Eylül )
Kamuoyu araştırmaları ile ilgilenen bir insanın herhangi bir araştırmaya, bilimsel verilere dayanmayan bir konuda açıklama yapması da tartışılması gerekir.
Buna bir de Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk’ün “Kılık kıyafet serbest dediğinizde erkek öğrencilerin cüppeyle, sarıkla üniversiteye gelmesine nasıl engel olacaksınız” diyerek olaya çarpık bakışı eklendi.
Bu tartışmalar anayasanın “sivil” olmasını istemeyen çevrelerin ortaya attığı, tamamen provoke kokan tartışmalardır. Bunlar baskı unsuru oluşturmaya dönük çabalardır. Bunun için gerçekten sivil bir anayasa isteyen insanların bu tuzaklara düşmeden meseleye insan hakları, hak ve özgürlükler penceresinden bakmaları gerekir.
Kişisel bir hak olan başörtüsü meselesi zemininden çıkarılmadan tartışılmalı, yıllardır süren mağduriyetlere yeni mağduriyetler eklenmemelidir.
* * *
Bu arada anayasa değişikliği çalışmaları sürerken, aciliyeti olan konular da eş zamanlı olarak sürdürülmelidir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki en büyük engellerden olan TCK’nın başta 301. madde olmak üzere bazı maddeleri de gündeme getirilmelidir. AB Komisyonu Türkiye’nin, Anayasa değişikliği sırasında Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi başta olmak üzere demokratikleşme, ifade özgürlüğü gibi reformları gerçekleştirmesini bekliyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen dönemde Dışişleri Bakanı olarak, TCK’nın 301. maddesinin AB yolundaki reform sürecini gölgelediğini belirtirken, maddede değişiklik yapılması gerektiğini, hükümette (59. hükümet) de bu yönde kuvvetli bir inanç olduğunu söylemesine rağmen, geçen süre içinde bu yönde bir adım atılmamıştı.
Yeni Dışişleri Bakanı Ali Babacan fikir ve ifade özgürlüğü ile ilgili TCK’nın 301. maddesinin kısa zamanda değiştirilmeyeceğini söylüyor. Maddenin ancak anayasa değişiklikleri çerçevesinde ele alınacağını dile getiriyor.
Birinci Erdoğan hükümeti tarafından bu konuda bir çalışma başlatılmış, sivil toplum kuruluşlarından bu değişiklik için görüş alınmıştı. Ancak bazı bakanların diretmesi veya zamana yayma düşüncesi ile bir sonuç alınamamıştı. Anayasanın özgürlükçü olacağı söylenirken, anayasa değişse bile TCK’deki bu maddelerin durması düşünce ve fikir özgürlüğünü alanını daraltacağı unutulmamalıdır.
Bu yüzden anayasa değişikliği tartışılırken, eşzamanlı olarak TCK’deki hürriyetleri kısıtlayan bu maddelerde gözden gerilip ya kaldırılmalı ya da en azından hürriyetleri genişleten bir konuma getirilmelidir.
* * *
Bu iki konuda da gerekli düzenlemeler, hiçbir baskıya boyun eğmeden, dik durarak ve taviz vermeden gerçekleştirilmelidir. Bunlar demokrasinin gereğidir ve demokrasiden de taviz verilemez.
15.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|