27 Nisan sonrasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Büyükanıt arasında Çırağan Sarayı’nda mahiyeti bilinmeyen bir görüşme yapıldı. Bu görüşmenin mahiyeti açıklanmadı ve dolayısıyla üzerinde spekülasyonlar yapıldı. Hâlâ da yapılmaktadır. Sonraki gelişmelerin bir kısmı bu görüşmenin ışığında değerlendirildi ve yorumlandı. Hep, bu görüşmenin sonraki gelişmelere etki ettiği düşünüldü. Gerçekten de bu görüşmenin mahiyeti tarihî bir pazarlıktan ibaret miydi? Bu görüşmenin daha sonraki gelişmelere bir etkisi ve dahli oldu mu? Kimse net olarak bu sorulara cevap verebilecek durumda değil. Görüşmenin tarafları ise, ketumiyetlerini sürdürüyorlar. Ketumiyet sürdükçe de spekülasyonlar ve yorumların ardı arkası kesilmeyecektir. Bugün yaşandığı gibi…
Yakın tarih ve tarihimiz benzeri Çırağan Sarayı görüşmelerine sahne olmuştur. Zaman zaman pazarlıklar olmuş ve zaman zaman da mürur-ı zamana uğrayan pazarlıklar etkisini kaybetmiştir. Bazı pazarlıklar da gelişen ve değişen süreçler de kendiliğinden bozulmuştur. Bu tarihî pazarlıklara dair en somut gelişmelerden birisi Lübnan üzerinde ABD ile Suriye arasında kotarılan pazarlıklardır. Bu pazarlıkların mimarı Kissinger olmuştur. Suriye Golan Tepelerini kaybetmiştir ve gözü burasının yeniden geri alınmasında ve istirdadındadır. İsrail de hem stratejik, hem turistik, hem de tarım ve su kaynakları açısından buradan vazgeçmek istememektedir. Oldu bitti ile burasını yutmak ve topraklarına katmak niyetindedir. Bununla birlikte, Suriye ile İsrail arasında ne savaş, ne barış veya mütareke halinin devamı da zımnî mutabakata bağlıdır. İşte bunu sağlamak da Kissinger gibi siyaset dahilerine düşer. Kissinger, Hafız Esad’la defalarca görüşür ve Golan meselesinin telafisi için alternatif tekliflerde bulunur. Bu tekliflerden birisi de Lübnan’ın kontrolünün Suriye’ye bırakılmasıdır. Bunda Lübnanlılardan başka herkesin menfaati vardır. Suriye, Lübnan’ı her türlü ticarî ve kirli işlerinde kullanmaktadır. Lübnan Şam’a verilen bir ödüldür. Buna mukabil, Amerikalılar ve İsrailliler de durumdan memnundur. Zira Lübnan Suriye için bir oyalanma ve avunma mahallidir. Suriye buradaki varlığını korumak için İsrail ve ABD ile iyi geçirmek zorundadır, yoksa Beyrut Şam’a dar edilir. Şam, Beyrut üzerinden kontrol edilir. Şam, Beyrut’u kontrol ederken, ABD de Beyrut üzerinden Şam’ı kontrol etmektedir. Suriye’nin Lübnan hakimiyetinin detayları sürekli olarak ABD ile Suriye arasına teati edilir. Esad rejimi burada kalkışacağı büyük operasyonlar için ABD’den ön izin ve onay alır. Zaman zaman bu bağımlılık Şam’a giran gelse de durum bu minval üzerine seyreyler. Baba Bush döneminde ve Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali sırasında kimileri baba Esad’a Irak karşısındaki cepheye geçmemesi için yalvarırlar, ama baba Esad, Amerikalılar gibi gayet pragmatiktir. Karşı cepheye geçmenin kendisine bir şey kazandırmayacağını, hatta bedeli olacağını söyler. Dolayısıyla Nasır gibi ‘muhalif müttefik’ olan baba Esad ile baba Bush arasında ilişkiler Kissinger’in bıraktığı şartlar üzerinden tazelenerek devam eder. Ama bu pazarlık, oğullar döneminde sona erer. İttifakın devamı Bağdat üzerinden sağlanmıştır, ama oğullar döneminde ‘yanlış hesap Bağdat’tan döner’ misali yine Bağdat’tan dönmektedir.
***
Bunun kıssasını Lübnanlı Maruni Patrik Nasrullah Sufeyr aktarır. Baba Esad ve baba Bush döneminde kotarılan yeni pazarlık on yıl devam eder ve 2003 Irak işgaliyle birlikte miadını oldurur. Şam, bunu tamir etmeye kalkışsa bile, objektif şartlar değişmiştir. Şam’ın işgale muhalefeti, 1 Mart tezkeresinin reddi etkisi yapmıştır. Türkiye’nin PKK ve Kuzey Irak’taki fiilî devlet oluşumu üzerinden cezalandırılması gibi, Şam da artık Lübnan üzerinden cezalandırılmalıdır. İşte, bu galeyan ve gerilim günlerinde Refik Hariri bir suikasta kurban gider ve Şam’ın Lübnan’da ipinin çekilmesinin vakti gelmiştir. Hariri bağı Chirac Fransası’nı da Bush’un katarına ve saflarına dahil eder ve böylece 1559 sayılı karar neticesinde Saddam’ın Kuveyt’ten sürülmesine benzer bir şekilde Esad hanedanlığı da Lübnan’dan kovulur. Benzeri pazarlıklar oldukça fazla. Bu uluslararası pazarlıklardan birisinin de Radovan Kradziç adlı Sırp çete (Çetnik) lideri ve katiliyle ilgili olduğu anlaşılıyor. Karadziç’in yakalanmaması için Rusya, ABD ve Fransa arasında bir centilmenlik anlaşması yapılır ve bu anlaşma mucibince aranan Karadziç yer yarılır içine girer ve bir türlü bulunamaz. Bu pazarlıkta Chirac’ı ikna etmek de Clinton’a düşmüştür.
***
Benzeri bir pazarlığın da Pakistan’da da darbe lideri Müşerref ile devirdiği Nevaz Şerif arasında yaşandığı anlaşılıyor. Bu pazarlık da 10 yıllığına icra edilmiş. Ancak Amerikalıların da zorlamasıyla yeni hükümet teşkilinde ve Müşerref’in yeni bir cumhurbaşkanlığı devresi konusunda Benazir ile Müşerref’in pazarlıklar yapması, süre dolmadan ülkesine dönüşü konusunda Nevaz Şerif’i de cesaretlendirmiştir. Benazir’in dönüşünden istifade ile o da dönmek istemiştir. Gelişmeleri yeni bir dönem olarak algılamıştır. Maskeli baloya o da katılmak istemişse de yeni pazarlığın tarafları onu istenmeyen adam ilan etmiştir. Dönüşünde kendisine 10 yıllık anlaşma hatırlatılmış ve 4 saatlik gözaltından sonra yeniden geldiği yere geri gönderilmiştir. Gözünün yaşına bakılmamıştır. Ayrılırken de göz yaşlarını tutamamıştır. Bakalım, Çırağan Sarayı pazarlığının kokusu ne zaman çıkacak? Baykal ile yapılanın kokusu Zülfü Livaneli ve Yaşar Nuri Öztürk’ün faş etmesiyle kısmen ortaya çıktı. Günümüzde hiçbir şey gizli kapaklı kalamıyor. Nasıl olsa gizli kapaklı ilişkiler, geri kalanı da bir gün ortaya çıkacaktır.
13.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|