Bir "12 Eylül" hatırası
Cemal Beyle komşu ve hemşehriyiz. Onunla zaman zaman sohbetlerimiz olur.
"12 Eylül darbesi" olduğu esnada (1980), DİSK'e bağlı bir sendikanın İstanbul şubesinde çalışıyordu.
Başından geçen ibretlik bir hadiseyi bize şöyle anlattı:
"Bir gün askerler geldiler. Birlikte çalıştığımız sendika yönetici arkadaşların hepsini topladılar. 'Sıkıyönetim Komutanlığı emridir. Sizi Selimi Kışlasına götüreceğiz' dediler.
"Bizi apar–topar askerî araca bindirdiler. Yolda giderken, telsizle kaç kişi olduğumuz soruldu. Başımızdaki komutan da, heyecan ve telaştan olacak, iyice sayamadan 'Komutanım,14 kişiler' diye cevap verdi. Halbuki, biz 13 kişiydik.
"Merkeze bilgi verildikten sonra, komutan tekrar saymaya başladı. Bir de baktı ki, toplam sayımız 13.
"Yeniden bir tedirginlik ve telaş başladı. Askerler, aralarında ne yapacaklarını konuştular.
"Kısa bir süre sonra, içinde bulunduğumuz araba durdu. Yolun kenarında simit satan bir adam vardı. Komutan, sert bir şekilde onu çağırdı. Adam da, yarı sevinç yarı ürkek bir vaziyette arabaya doğru koşarak geldi ve 'Buyrun abi, kaç simit istersiniz?' diye daha lâfını bile tamamlayamadan, kolundan tutup onu da aracın içine attılar.
"Bu vaziyette, yani 14 kişi olarak Selimiye Kışlasına götürüldük. Oradaki görevlilere teslim edildik. Derhal nezarete atıldık.
"Simitçiyle birlikte ifademiz ancak üç ay sonra alındı.
"O zamanki kànunlara göre, gözaltı süresi üç aydı. Üç ay sonra mahkemeye çıkarıldık. Kimimiz beraat ettik, kimimiz hapsi boyladık.
"Fakat, en çok üzüldüğümüz kişi simitçiydi. Zira, o tamamen bir yanlış sayı telaffuzunun kurbanı oldu. O an için, yolun kenarında simit satmaktan başka hiçbir suçu yoktu. Bir hiç uğruna, üç ay müddetle nezarette kaldı. Bundan ailesinin dahi haberi yoktu."
Evet, ihtilâl tasarrufu kabilinden, bunun gibi daha başka hadiseler de var.
İhtilâlleri–iyi niyetle olsa bile–alkışlayarak tasvip edenlerin, işlenen bunca zulüm ve adâletsizliği düşünerek, herhalde nedamet duyarak tevbe etmesi gerekir.
Başkent'in en güçlü tarikatı
Milliyet'in başyazarı Güneri Cıvaoğlu'nun mükerrer yazdığına göre "Başkent'in en güçlü tarikatı, 'Baytaşiler'dir." (11 Eylül 2007)
"Aralarında başbakanların, bakanların, milletvekillerinin, yüksek yargı mensuplarının, büyük bürokratların, gazetecilerin (Bu arada Cıvaoğlu'nun), hekimlerin, avukatların, işadamlarının bulunduğu" bu tarikat, ismini liderinin soyisminden alıyor; yani Kemal BAYTAŞ'tan...
Geçenlerde Başbakan Erdoğan'dan ödül alanların arasında da bulunan Baytaş, aynı zamanda Türk Tanıtma Vakfı (TÜTAV) Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyor. Hem de, bu vakfın kuruluş tarihi olan 1982'den bu yana...
Bunların çoğu normal sayılabilecek bilgi kırıntıları.
Anlaşılması zor görünen noktalar ise şunlar:
1) Cıvaoğlu, yazısında "Tarikat dediğimize bakmayın. Alkol alanı da vardır, almayanı da... Kimsenin inançları ayrım konusu değildir. Tam laik ve Atatürkçü bir dostluk çemberi" diyor.
Böyle bir şey nasıl olur?
Bir kere, laiklik ve Atatürkçülük, tarikate tamamıyla karşı ve aykırı.
Ayrıca, tarikatler de, müritlerin alkol almasını uygun bulmuyor, kabul etmiyor.
Demek ki, ortada bir ucûbe, bir hilkat garibesi var.
2) Cıvaoğlu ve benzerleri, acaba kategorik olarak Baytaş'ın hangi türden mürididir?
Zira, sayın Baytaş, birçok vakıf ve kuruluşun başkanıdır. Hatta, başkanı olduğu vakıflardan biri kendi adıyla kurulmuştur: (KEBASAV), yani Kemal Baytaş Kültür ve Sanat Vakfı...
Sanırım, Cıvaoğlu'nun açtığı bu konunun detaylarını bizim gibi başkaları da merak etmişlerdir. Bakalım devamı gelecek mi?
GÜNÜN TARİHİ 13 Eylül 1921
Sakarya Meydanından yükselen moral
1921 yılı Temmuz'unda şiddetlenen Yunan taarruzu, Millî Kuvvetlerimizin Eskişehir–Afyon–Kütahya hattında bozguna uğramasıyla neticelendi.
Yeniden toparlanmak maksadıyla 100 km kadar geri çekilen Millî Kuvvetlerimiz, Sakarya Nehrinin doğusunda (Polatlı civarında) karargâh kurdu.
Yunan taarruzu aralıksız şekilde yine devam etti. Ancak, bir başarı sağlayamadılar.
Önceki muharebelerde yaşanan mağlubiyet, bilhassa subaylarımızın izzetini kırmış gururunu rencide etmişti.
Bunu telafisi gerekiyordu. 10 Eylül'de tam bir azim ve kararlılıkla harekete geçen ve düşman birliklerini geri püskürtmeye başlayan askerimiz, 13 Eylül gününe kadar Sakarya Nehrinin doğu kısmına tamamiyle hâkim oldu.
Düşman kuvvetleri, nehrin batı yakasına geçmek zorunda kaldı.
Bu büyük muharebede, çok sayıda subayımız şehit oldu. Öyle ki, subay kaybı er ve erbaş kaybını neredeyse ikiye–üçe katladı.
Bu savaşların neticesinde, taraflar on binlerce kayıp verirken, bir o kadar da yaralı asker sayısı ortaya çıktı.
Zafer sonrasında asker ve milletimizin kazanmış olduğu yüksek moral, bu hadisenin en önemli neticesi olmuştur.
Zira, düşman taarruzu artık durmuş ve savaş birlikleri geriç çekilmeye başlamıştır.
13.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|