Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Şimdi sor onlara: Kendilerini mi yaratmak daha zor, yoksa bu yarattıklarımızı mı? Gerçekten Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

Sâffât Sûresi: 11

13.09.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah'a duâ ettiğinizde Firdevs Cennetini isteyin. Çünkü o, Cennetin en güzel yeridir.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 1, no: 374

13.09.2007


Ramazan orucu, İslâm şeâiridir

İkinci Risâle olan İkinci Kısım

Ramazan-ı Şerife dâirdir

(Birinci Kısmın âhirinde şeâir-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden, şeâirin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu İkinci Kısım’da, bir kısım hikmetleri zikredilecektir. Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden Dokuz Nüktedir.)

Bismillâhirrahmânirrahîm

“O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, ap açık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” (Bakara Sûresi, 2:185.)

Birinci Nükte

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimâiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.

Cenâb-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halk ettiği ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada “min haysü lâ yahtesib” (umulmadık yerlerden) bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i Rububiyetini ve Rahmâniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazan unutuyor.

Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine dâvet edilmiş bir surette, akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i kerâmete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?

Mektubat, s. 387

Lügatçe:

savm: Oruç.

erkân-ı hamse: Beş rükûn, esas.

niam-ı İlâhiye: Allah’ın verdiği nimetler.

şeâir-i İslâmiye: İslâmın sembolü, simgesi.

rububiyet: Allah’ın bütün mahlukatı terbiye ve idare etmesi.

halk: Yaratma.

envâ-ı nimet: Nimet çeşitleri.

kemâl-i Rububiyet: Allah’ın bütün mahlukatı mükemmel bir şekilde terbiye ve idare etmesi.

esbab: Sebepler.

tavr-ı ubudiyetkârâne: Kulluğa yakışır tavır, hareket.

vüs’atli: Geniş.

şeref-i kerâmete: İkram şerefi.

13.09.2007


ESMA-İ HÜSNA

Muîd

Allah (c.c.), Muîd’dir. Yani hayatı tekrar iâde edendir. Allah Teâlâ-Kendi dilek ve irâdesine göre-kullarını öldükten sonra tekrar diriltecek, hayatlarını aynı ile, cismi ile, ismi ile, resmi ile, şekli ile yeniden iâde edecektir.1 Hayatın iâdesini bütün peygamberleriyle vaat eden Cenab-ı Hakkın, sözünden ve taahhüdünden dönmesi aslâ düşünülemez.2

Yer altına giren hiçbir tohumun, hiçbir çekirdeğin kaybolup gitmemesi ve yeniden hayata iâde edilmesi, Peygamber Efendimizden (a.s.m.) nakledilen3 Muîd isminin cilvelerindendir. Bir çekirdek hüviyetinde olan insan da, ölüp yer altına girdikten sonra çürüyüp gitmemekte, bilakis yeni bir hayata doğmaktadır. Cenab-ı Hakkın, kıyâmet günü insana hayatını yeniden iâde etmesi Muîd isminin bir gereğidir.

Bedîüzzaman’a göre, varlıkların ve bilhassa bitkilerin ve hayvanların sür’atle beraber çokluk içinde; kolaylık ile beraber eşsiz güzellik, maharet ve intizam içinde; ucuzluk ve karmaşıklık ile birlikte gayet kıymetlilik ve ayrı şahsiyetler içinde îcat edilmeleri, hayatlarının defalarca alınıp defalarca iâde edilmesi, ancak ve ancak bir tek Zâtın öyle bir eseri olabilir ki, o kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Yıldızlar, zerreler kadar; en büyük şey, en küçük şey kadar; fertleri hadsiz bir sınıf, bir tek fert kadar; azametli ve geniş bir kütle, az ve özel bir parça kadar; koca yer kürenin diriltilmesi, bir ağaca hayat vermek kadar; dağ gibi bir ağacın inşâsı, tırnak gibi bir çekirdek kadar Ona kolay ve rahattır.4 Bu kudret elbette haşr-i azamı bir bahar kadar kolay, bir baharı bir ağaç kadar rahat, bir ağacı bir çekirdek kadar zahmetsiz îcat ettiği gibi, bir çiçeği bir ağaç kadar san’atlı, bir ağacı bir bahar kadar mu’cizeli, bir baharı bir haşir gibi kapsamlı ve hârikalı halk etmektedir. Bu harikulâde işler, gözümüzün önünde cereyan etmektedir.5 Öldükten sonra hayatı yeniden iâde etmek, elbette böyle bir kudrete zor gelmez.

Bu âlem Sânîinin, geçip gidici ve yok olucu sevenlere râzı olmayacağını vurgulayan Bediüzzaman Saîd Nursî, âlemin yaratıcıyı zârûretle gerekli kıldığını, Yaratıcının da ebedî âhiret âleminde kullarının ve sevenlerinin ebedî hayat ve mutluluklarını istediğini kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, bu âlem sânîinin pek rahîmâne bir şefkati vardır. Yardım isteyen her musîbetzedeye gaybî olarak sür’atle yardım edilmektedir. Allah’a sığınan kurtulmakta; isteyenlerin istekleri verilmekte; en küçük canlının sesi işitilmekte ve ihtiyaçları kabul edilmektedir. Böyle bir şefkat sahibi yaratıcının, insanoğlunun en büyük, en lâzım, en zarûrî ve en şiddetli ihtiyacı olan öldükten sonraki hayatı yeniden iâde etmemesi, Cennet hayatını ve ebedî saadeti vermemesi düşünülebilir mi?6

Hâlık-ı Zîşânın, celâliyle, cemâliyle ve bütün isimleriyle bildirdiği şekilde, bütün semâvî kitaplar, bütün peygamberler ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (a.s.m.), hayatın yeniden iâde edileceğine ve haşrin geleceğine ittifakla hükmetmişlerdir.7

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Lem’alar, s. 119

2- Sözler, s. 77

3- Tirmizî, Daavat: 86

4- Şualar, s. 145

5- A.g.e., s. 146

6- Mesnevî-i Nuriye, s. 37

7- A.g.e., s. 43

13.09.2007


Risâle-i Nurlar, âb-ı hayattır

27 Mayıs 1960 ihtilâlinden önce Risâle-i Nurlar hakkında verdiğim gerekçeli takipsizlik kararından dolayı sürgünden sürgüne yollandım. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, verdiği sözden dönerek 1964 yılında kışın ortasında Hakkari’ye tayin etti.

Bir bavulla yapayalnız gittiğim, güya mahrumiyetin zirvesindeki o ilde en büyük güç, enerji ve tesellî kaynağım Risâle-i Nurlar idi. Doyasıya okumak, feyz almak için bu bir fırsattı.

10. Söz olan Haşir Risâlesini tekrar okuyordum. Şu pasajlar beni hayata bağlıyor; yapayalnız kasvetli günlerim o olumsuz şartlara, mahrumiyetlere rağmen hoş, huzurlu, sürurlu, ünsiyetli geçiyordu:

“Şu memlekette o merhamet, o nâmusa lâyık binden biri yapılmıyor; zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar…”1 “Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar.”2 “O zâtın (Allah’ın) izzetine ve gayretine dokunacak ve şe’n-i merhameti hiç kabul etmeyecek muâmeleler, o büyüklerden sudûr ediyor. Burada cezaya çarpmıyor. Demek, bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor.”3

Hakkâri’ye hâkim olarak tayin edilen temiz karakterli, iyi niyetli bekâr genç bir arkadaşla iki sene teşrik-i mesai yaptım.

O, ebeveyni kendisine vaktiyle dinî eğitim veremediğinden maneviyâta yabani idi. Dinî vecibelerini eda edememenin ıztırabını yaşadığını, İstanbul’da hukuk tahsili sırasında nefsine hâkim olamadığından işlediği günahların ağır yükünden dolayı vicdan azabı hissettiğini, bu hâlin kendisini rahatsız, huzursuz, mutsuz ettiğini anlatıyordu. Arayış içindeydi. Gaflet tünelinden çıkmak istiyordu.

Ona Risâle-i Nur’dan şu pasajı okudum: “Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.”4

Risâle-i Nurları büyük bir şevkle okuyan hâkim arkadaş:

“Allah senden razı olsun. Bu eserler bana âb-ı hayat gibi canlandırıcı bir etki yaptı. Verdiği ispatlı, iknâ edici, garazsız, halisâne öğütleri beni düştüğüm bedbînlik, ümitsizlik batağından kurtardı. Artık geleceği kapkaranlık, sonu meçhul bir tünel gibi görmek yerine, ap-aydınlık, nurlu ufuklar olarak görüyor, kalp rahatlığı, gönül huzuru ile yaşıyor, hayatın lezzetini yeni tadıyorum. Bilhassa ‘Meşru dairedeki zevklerle yetininiz. Gayr-ı meşrû dairedeki zevkler zehirli bala benzer’ sözleri, gençleri günah bataklığından çekip çıkaracak iffetli bir hayatın kapısını açacak değerde pek mükemmel irşatlardır.

“Bu eserlerin sahibi, yazdıklarını, öğütlerini bizzat tam bir ihlâsla, fedakârlıkla yaşadığı ve Hz. Peygamber’in gerçek varisi olduğu için sözleri, gönülleri fethediyor. İnkâr bataklığındakileri çekip çıkararak hem dünya, hem de ahiret saadeti bahşediyor. Daha dünyadan göçmeden insana Cennet nimetlerini tattırıyor” dedi.

Böylece Risâle-i Nurların öğrettiği, dinin “hayatın hayatı, hem nuru, hem esası”5 olduğunu kesinlikle ispat etmiş oldu.

Dipnotlar:

1- Sözler, s. 54

2- A.g.e., s. 56

3- A.g.e., s. 57

4- Lem’alar, s. 91

5- Sözler, s. 658

Abdullah BATTAL

(Emekli Başsavcı)

Abdullah BATTAL

13.09.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Mısır’ı, Hz. Ömer’in (ra) komutanlarından Amr bin As (ra) fethetti.

Fetihten sonra Mısırlılar, Amr b. As’a (ra) gelerek bir adetlerini anlattılar:

“Ey komutan, adetlerimize göre Haziran ayını on iki gece geçince, bakire bir kızı güzelce süsleyip giyindiririz. Sonra Nil nehrine atarız. Böyle yaptığımız zaman Nil nehri taşıp, çevresini suluyor. Aksi takdirde taşmıyor!”

Amr b. As (ra) Mısırlılara dedi ki:

“Böyle bir işin İslâm’da yeri yoktur. Bu kötü bir adettir. İslâm geçmişteki kötü adetleri kaldırmıştır.”

Amr b. As (ra) Mısırlıların eski adetlerini kaldırdı kaldırmasına ve Nil nehrine o yıl bakire bir kız atılmadı; ama gerçekten de Nil nehri o yılın Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında hiç kabarmadı ve taşmadı.

Nil nehri mevsiminde taşmayınca, kuraklık başladı. Halk göç etmeye hazırlandı.

Amr b. As (ra) da durumu bir mektupla halife Hazret-i Ömer’e (ra) bildirdi.

Hz. Ömer (ra), Hz. Amr’a gönderdiği cevabında şunları yazdı:

“Şüphesiz ki sen doğrusunu yapmışsın. Elbette İslâm, geçmiş kötü adetleri kaldırmıştır. Sana mektubun arasında ayrıca bir pusula gönderiyorum. Bu pusulayı Nil nehrine at.”

Hz. Amr b. As (ra) pusulayı okudu. Pusulada şöyle yazıyordu:

“Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer’den Mısır Nil nehrine. Eğer sen kendiliğinden akmakta idiysen, akma; dur! Fakat bir ve kudret sahibi Allah’ın emriyle akıyor idiysen, Allahu Tealâ’dan dileriz ki, seni akıtıp taşırsın. Seni rahmet kılsın!”

Hz. Amr (ra) pusulayı Nil nehrine attı.

Sabahında nehrin yedi-sekiz metre yükselerek taştığını gördüler.

O günden sonra Nil’in bu hareketi, günümüze kadar sürüp geldi.

Süleyman KÖSMENE

13.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri