Peygamberlik öncesi Nur dağındaki Hira mağarasına giden ve yükseklerden âlemi seyrederek Cenâb-ı Hakkın kudret ve azametini tefekkür eden Sevgili Peygamberimiz (asm), bir Ramazan ayının Kadir Gecesi yine oradaydı.
Yapayalnız bir haldeyken mağara ışıkla doldu ve bir zat peyda oldu. Gelen Cebrâil (as) idi. Çok nûranî ve yakışıklı bir insan görünümündeydi. Ona “Oku!” dedi. O “Ben okuma bilmem” diye cevap verdi. Başını koltuğunun altına aldı, sıktı ve yine “Oku!” dedi. O “Ne okuyayım?” diye sordu. “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku. Ki, o insanı bir kan pıhtısından yarattı.” Alâk Sûresinin ilk âyetleri indirilmiş ve Hazret-i Muhammed’e (asm) peygamberlik vazifesi verilmişti.
Yaşadığı hâl dehşetli bir manzaraydı. Evine döndüğü zaman hâlâ titriyordu. Sevgili eşine “Beni örtünüz! Beni örtünüz!” diyordu. Kâinat çapında büyük bir vazifenin ağırlığını omuzlarında hissediyordu. İnsanları şirk bataklığından tevhide, dalâlet yollarından hidâyete çağıracaktı. Yirmi üç sene süren Kur’ân âyetlerinin indirilişi ve bu zaman zarfında yaşanan olaylar mutlu bir sonla noktalanmıştı. Cahiliye dönemi kapanmış, Saâdet Asrı yaşanmıştı. Vedâ Hutbesini verirken sırf kendisini dinleyen yüz yirmi bin Sahabisi vardı. “Yarın size, mahşer günü, vazifemi hakkıyla yaptım mı, diye Allah soracak. Ne diyeceksiniz?” diye sordu. Bütün sahabiler “Sen vazifeni hakkıyla yaptın ya Resulallah!” dediler. Mübârek şehâdet parmağını kalabalığın üzerine işâret ederek üç defa “Şahit ol ya Rab!” dedi. Çok geçmeden de ruhunu çok sevdiği Rabbine teslim etti. Kudsî vazifesini de ümmetine emânet etmişti.
Kısaca anlatılan bu olaydan anlaşılıyor ki, İslâm dini okumak üzerine inşâ edilmiş ve ilk emir “İkra” yani “Oku” olarak gelmişti. Bu emir ışığında, İslâm ümmeti asırlar boyunca okuyarak, yazarak milyonlarca eser meydana getirmişler, medeniyetler kurarak insanlığa ışık saçmışlardır. Avrupa, Orta Çağ karanlığında yüzerken, İslâm toplumları ilim ve irfan içinde insanlığa rehberlik yapıyordu.
Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin geride kalmasından sonra, bir asra yakındır Cumhuriyet dönemini yaşıyoruz. Okunamadığı için eskiden yazılmış kitaplar kütüphanelerde çürüyor. Üniversitelerde başka şeylerle uğraşıldığı için ciddî ve ilmî eserler de ortaya çıkmıyor. Genel olarak okuyan değil, seyreden bir toplum olduk. Mutlaka bu korkunç ve üzücü durumdan kurtulmak lâzım. Zira, dünya ve âhiret saâdetimiz doğru okumalara bağlı.
Nur Risâleleri, yüzde doksanı okuma yazma bilen, ancak bir günde cahil hâline getirilen bir toplum içinde ortaya çıktı. Tahkîkî iman dersleri ile taklidî imanları kuvvetlendirdi. Onlarda öyle bir zevk ve şevk vardı ki, onun hatırı için kırk-elli yaşından sonra yazmayı öğrenen ihtiyarlar vardı. Çocuklar bile onun etrafında pervane oldu. Bu tablo karşısında fevkalâde memnun olan Bediüzzaman “Bu hal gösteriyor ki, Risâle-i Nur kökleşiyor. İnşallah onu hiçbir şey koparamayacak; ensâl-i âtiyede devam edip gidecek.” (Kastamonu Lâhikası, s. 83) diyordu.
Nur Talebeleri, seksen küsûr senedir Kur’ân’ın kudsî dersleri olan Nur Risâlelerini okuyarak geliyorlar. Hem kendi imanlarını, hem toplumun geleneksel imanlarını kuvvetlendirmek ve muhafaza etmek için bütün gayretleri ile çalışıyorlar. On binlerce mekânda, milyonlarca insan tarafından Nur Risâleleri geceli gündüzlü okunuyor, müzâkere ediliyor. Ancak, son çeyrek asırdır dünyada ve ülkemizde meydana gelen gelişmeler, televizyon kanallarının çoğalması ve internet gibi vâsıtalar, geneli olduğu kadar Nur Talebelerini de etkiledi. Dünyevîleşme hastalığı ise, işin tuzu biberi oldu. Okuma oranlarında kısmî düşüş problemi ortaya çıktı. Herkes bu durumdan şikâyetçi olduğunu söyler oldu.
Şimdi, yeniden bir okuma seferberliği zarureti ile karşı karşıyayız. Çünkü, dinimizin ve hizmetimizin temeli okumaya bağlıdır. Ramazan başlarında yaptığımız geniş katılımlı bir istişâre toplantısı, Ankara genelinde bir okuma kampanyasının ilk kıvılcımı oldu. Mahallî meşveretlerle bütün mensuplarımıza yaygınlaştırılan her gün düzenli risâle okumaları, inşallah hem rahmet-i İlâhiyenin celbine, hem hizmetlerimizin daha da inkişaf etmesine vesile olacak. Her ferdin Külliyâtı bitirme gayreti, kaliteyi de beraberinde getirecek. Günlük en az beş, on, on beş ve yirmi sayfa okuma gibi hedefler, risâle okumalarına disiplin sağlayacak.
Bir kardeşimizin bu husustaki çalışması hepimize örnek olabilir. Önceleri günde on sayfanın altına düşmeyen, sonra on beşe, sonra yirmi sayfaya çıkan, daha sonra çıtayı yükselterek ayda bin sayfayı bulmayı hedeflediğini söyleyen kardeşe soruldu: “Eski külliyattan mı, yoksa yeni tarzdaki külliyattan mı okuyorsun?” O dedi: “Bende henüz eski külliyat var. Yenisini alırsam iki kat daha fazla okumaya çalışırım.” Hep beraber gülüştük.
Evet, Nur Risâleleri okundukça kendisini okutur. Mânevi feyizlere mazhar eder. Hizmet etmeye teşvik eder. Bu hususta, Zübeyir Ağabeyi hatırlamakta fayda var. O demiş: “Şimdi oku! Kabirde okuyamazsın.” Düzenli okumalar temennisiyle...
19.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|