Başörtüsü meselesini anayasa üzerinden çözme formülünün sıkıntılı ve sonuç getirmesi şüpheli bir girişim olduğu baştan belliydi.
Rahmetli Özal’ın sonradan “En büyük hatalarımdan biriydi” itirafında bulunduğu “yasağı kanunla aşma” girişimi nasıl olayın bu noktalara gelmesinde önemli etkenlerden biri olduysa, aynı şeyi anayasa ile yapma düşüncesi de sorunu çözmez, aksine yeni sıkıntılara yol açar.
Nitekim bunun işaretleri şimdiden belirdi.
Yegâne özellikleri “resmî ideolojinin militanlığı” olan bir kısım rektörlerin, “Yeni anayasa ile türban yasağı kaldırılmak isteniyor” gerekçesiyle bir kez daha kazan kaldırmaya hazırlanmaları ve böyle bir hareketin tetikleyeceği zincirleme reaksiyonlar, ülkeyi yeniden gerecek.
22 Temmuz’da halkın vurduğu şamarla suskunluğa gömülen güruh, başörtüsü meselesini bahane ederek tekrar şirretleşecek. Ve ortalık yine toz-duman olup, kimsenin kimseyi dinleyip anlamadığı, dinlemek ve anlamak da istemediği bir kördövüşü ortamına dönülecek.
Böyle bir ortamdan sağlıklı ve düzgün bir netice çıkmayacağı gibi, yeni anayasa projesi başta olmak üzere, AKP’nin yeni döneme ilişkin icraat programları da inkıtaa uğrayacak.
Öte yandan, başörtüsü yasağını sadece üniversitelerle sınırlı olarak kaldırma girişiminin, diğer alanlarda yasağı meşrulaştırıp kalıcı hale getirme gibi ciddî riskleri de var.
Kaldı ki, üniversitelere yönelik düzenlemenin nasıl formüle edileceği dahi belirlenebilmiş değil.
Nitekim “Kılık kıyafet serbesttir” ifadesi şimdiden itiraz oklarıyla kalbura çevrildi. Böyle bir maddenin anayasaya konulmasının çarşaf, cübbe, sarık ve mayoya da geçit vereceği iddiası öne sürüldü.
Buna karşı geliştirilen formül ise, kılık kıyafet serbestisinin devrim kanunlarına ve genel ahlâk kurallarına aykırı giyimlerle kötüye kullanılamayacağı şeklinde bir düzenleme getirilmesi.
Ama bu da tutmadı ve tutmaz. Çünkü “türban”ı devrim kanunlarına aykırı sayan görüş hemen sesini yükseltti. Ardından “Ne yani, mayo giyenlere ahlâksız mı diyorsunuz? Tamam, üniversitede mayo giyilmez, ancak...” yaygarası başlatılırsa herhalde sürpriz olmaz.
Ki, başörtüsünü üniversitelerle sınırlı olarak serbest bırakmak için devrim kanunlarını referans göstermenin; böylece çarşaf, sarık ve cübbeyi yeniden zora sokmanın ne mantığı var?
Başörtüsünü, aslî hedeflerinden biri tesettürü kaldırmak olan devrim kanunlarının insafına terk etmek olacak şey mi? Zübeyde ve Latife Hanımlara sığınmak şimdiye kadar ne kazandırdı ki, bunlara bir de devrim kanunları ilâve edilsin? Üstelik devrim kanunlarını referans yapmak çok daha ciddî ve kalıcı sıkıntılar doğurur.
Bu itibarla, başörtüsü meselesine, iyice sarpa saran uçuk anayasa formülleriyle “çözüm” bulma girişiminden bir an önce vazgeçilmeli.
Onun yerine, YÖK, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi kurumları demokratik bir çerçeveye oturtacak esaslı düzenlemeler yapılmalı.
Üniversite rektörlüklerine, resmî ideolojinin militanları yerine mâkul, mutedil, hak ve hürriyetlere saygılı isimler getirmenin yolu açılmalı.
Birey odaklı anayasa ile, sorunu “uygulamada” aşma imkânı verecek zemin hazırlanmalı.
19.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|