Hiç temennî edilmeyen, çoğumuzun “Artık olmaz” diye düşündüğü, ama ülkenin maalesef hâlâ değişmeyen, değiştirilemeyen gerçekleri nazara alındığında ne yazık ki beklenen “devlet krizi” seçimden iki ay sonra patlak verdi.
Gerçi olay henüz derin bir kriz boyutuna ulaşmış değil, ama öncü sinyalleri ufukta belirdi.
Rektörlerin ve Yargıtay Başsavcısının aynı gün yaptıkları çıkışlar, sadece kendi kurumları ve şahısları adına ortaya konulan bir tavrı değil, bildiğimiz “devlet refleksleri”ni yansıtıyor.
YÖK Başkanının da, Başsavcının da “türban” meselesi üzerinden AKP’ye “kapatılma” tehdidi içeren mesajlar yollayarak aba altından sopa göstermeleri öylesine denk gelmiş tesadüfî bir örtüşme değil, organize bir planın parçası.
Açıklamalarda bu planın ayrıntıları da var.
Özellikle, partiler hakkında Anayasa Mahkemesinde kapatma dâvâsı açma yetkisine sahip Başsavcının “türban serbestisinin doğuracağı vahim sonuçlar”a dair ifadeleri, onca tutarsızlık ve çelişkileriyle birlikte, AKP’ye ciddî uyarılar taşıyor. Açıklama sanki, hazır bekletilen kapatma dâvâsında sunulacak iddianameden alınmış.
Dile getirilen iddiaların hiçbir mantığı yok. En başta, yargı organlarının getirdiği yasaktan söz ediliyor. Yargının yasak koyma ve suç ihdas etme yetkisi mi var? Yasaları Meclis yapmıyor mu? “Türban”ı serbest bırakmak niye yasama, yürütme ve yargıya duyulan güven ve itibarı zedelesin; neden halk arasında kin ve nefret uyandırsın; niçin karmaşa ve kutuplaşma getirsin?
Ama statükonun bu sorulara cevap verme derdi olmadığı gibi, ortaya koyduğu tavırda mantık aramak da abes. Anayasa Mahkemesinin başörtüsünü yasaklayan kararında hangi hukuk, mantık ve tutarlılık ölçüsü vardı ki bu açıklamada da olsun?
Mesele o değil. Mesele, “devlet”in, “Ben ne diyorsam o” diyen her zamanki buyurgan tavrı.
Başsavcının, Teziç destekli açıklaması uyarıdan da öte açık bir ültimatom. AKP’ye “Ayağını denk al, aksi halde defterini düreriz” mesajı.
Bu tehdide ilâveten, Teziç’in şimdilik sadece ima ile yetindiği bir husus daha var: Gül’ün durumu. 21 Ekim referandumundan çıkacak sonucun getireceği hukukî belirsizlikten söz ediyor YÖK Başkanı. Bu ifadenin altında çok şey gizli.
Detayını bilâhare daha genişçe ele alırız.
Sonuç olarak, statüko adına “mahşerin dört atlısı”ndan üniversite ve yargı gardını göstermiş, medyanın da en azından bir bölümü buna göre pozisyon almış durumda. Asker şimdilik geri planda. Gül’ün seçilmesinden rahatsızlığını simgesel tavırlar ve protokol restleriyle ortaya koymanın ötesine gidemiyor. Ama iş büyürse şüphe yok ki o da kesin tavrını ortaya koyar.
Peki, AKP’nin durumu ne? Referandum bahsinde, 11. cumhurbaşkanını “Halk seçsin” derken Meclise seçtirmek ve paketteki geçici maddeleri zamanında iptal etmemek suretiyle “kendi kalesine gol atmış” olmanın sıkıntısı içinde.
Anayasa meselesinde ise Başbakan bir taraftan “Rektörler haddini bilsin, kendi işlerini yapsın” diye meydan okuyor, ama diğer taraftan “Anayasa için acelemiz yok, zamanımız bol” diyerek, rektörlerin “Anayasa çalışmalarına ara verilsin” talebine dolaylı şekilde “evet” diyor.
Sizce bu işten düzgün bir netice çıkabilir mi?
21.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|