Yirmi aydır Afyon Hapishanesinde mevkuf tutulan Bediüzzaman Said Nursî, 20 Eylül 1949 günü sabahın erken vaktinde gizlice tahliye edildi.
Böyle, alacakaranlıkta tahliye edilmesinin asıl sebebi, halkın tezahüratından duyulan korku ve hoşnutsuzluktur.
Gelişmelerin seyri
Tarih, 1947 yılı sonları. Üstad Bediüzzaman, çok ağır bir takip ve tarassut altında Afyon'un Emirdağ ilçesinde ikamet ediyor.
Risâle-i Nur’un bu tarihe kadar gerek elyazması, gerekse teksir makinesiyle intişârı ve bilhassa Anadolu’da Nur hizmetinin gittikçe inkişâf etmesi karşısında, "gizli dinsiz komiteler" harekete geçiyor ve bu îmânî hizmeti durdurmak maksadıyla, bir yandan hükûmete evham vermeye, bir yandan da aleyhte propaganda yaparak halkı soğutmaya çabalıyorlar.
Aynı günlerde, Afyon'dan üç sivil polis "elektrik teknisyeni" nâmı ve kılığı altında Emirdağ'a geliyor. Güyâ memleket çapında gizli bir dînî cemiyetin faaliyetine âşinâ olacaklar. (Üstad, bu casusları derhal keşfediyor ve bir talebesini gönderip görüşmek istediğini iletiyor. Korku ve şaşkınlığı aynı anda yaşıyorlar.)
Bunlar, Said Nursî'nin her hâl ve hareketini takip ederken, bir yandan da bütün Nur Talebelerinin isimlerini, memleketlerini tesbit etmeye çalışıyorlar.
Bu arada, bir de korku vermekten, iftiralar üretmekten ve tahriklerde bulunmaktan da geri durmuyorlar.
Tarihçe–i Hayat isimli eserde (s. 470) bu meyanda zikredilen bir–iki misâl şudur:
Birincisi: Bir sivil memur, bir kâğıda yazıyor: "Said’in hizmetçisi buradan Said’e rakı aldı" diye. Sonra, rakıcı dükkânında sarhoş ve aklı yerinde olmayan bir adama bu kâğıdın altına imza atmasını teklif ediyor.
O adam diyor: "Tövbeler olsun, bu yalanı kim imza eder?"
İkincisi: Üstad Bediüzzaman, faytonla kıra çıktığı zaman dört beş gün müddetince, beş adet tayyâre (uçak) Üstadı takip ediyor; Üstad, evine girdiği zaman, onlar da Emirdağ’ından çekiliyorlar.
Böylelikle, Üstad'ın sırf îmânî, uhrevî Kur’ân hizmetine yanlış mânâlar verdirerek, aleyhte propaganda yapılıyor ve yukarı makamlara yanlış aksettiriliyor.
Bütün bu dayanılmaz sıkıntılara mâruz kalan Bediüzzaman Said Nursî, yaşadığı hali yazdığı bir "Hasbihal"de şu sözlerle ifade ediyor: "Şimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sıkıntılıdır. Bir günü, bir ay haps-i münferit (hücre hapsi) kadar beni sıkıyor. Bu gurbet ve ihtiyarlık ve hastalık ve yoksulluk ve zafiyetle, kışın şiddeti içinde herşeyden men edildim." (Emirdağ Lâhikası, s. 17)
Bununla da yetinmeyen gizli komiteler, Bediüzzaman Said Nursî ve 15 kadar talebesinin 1948 yılı Ocak ayı ortalarında evlerinden alınarak Afyon Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmelerini temin ediyor.
Ayrıca Isparta, Kastamonu, Konya, İnebolu, Safranbolu, Aydın gibi daha başka vilâyet, kasaba ve köylerden de 60 kadar Nur talebesi toplanarak Afyon hapishanesine getirtiliyor.
Böylelikle, 20 ay sürecek olan çileli "Üçüncü Medrese–i Yusufiye" hayat devresi başlamış oluyor.
"Sivil polisleri nasıl tesbit ettin?"
Afyon Mahkemesinde sorguya çekilen Üstad Bediüzzaman ve talebelerine şu suçlar isnat ediliyordu:
1) Gizli bir cemiyet kurmak.
2) Rejime aykırı fikirler neşretmek.
3) Siyasî bir gaye takip etmek.
Mahkemenin ilk celsesinde, Üstad Bediüzzaman'a ayrıca Emirdağ'a elektrik teknisyeni diye gönderilen üç sivil polisi nasıl tesbit ettiği sorulur. Bu suâlin altındaki endişe şudur: "Acaba, onun da bir istihbarat teşkilâtı mı var?"
Üstad'ın bu evhamlı suâle verdiği susturucu cevap şudur: "Onları gece rüyâmda gördüm."
Tabiî, hakimin rüyâyı da sorgulayacak hali yoktu.
Hapishanede eziyet
Üstad Bediüzzaman ve talebelerinin Afyon hapsinde çekmedikleri ezâ, cefâ kalmıyor. Hemen her ânı, ölümle pençeleşerek geçiriyorlar. Bununla da yetinmeyip, bir de kerratla zehirliyorlar.
Orada yaşanan insanlık dışı muameleleri burada saymakla bitiremeyiz. Arzu edenler, "Tarihçe–i Hayat" ve "Son Şahitler" isimli eserlerin ilgili "Afyon hayatı ve hatıraları" bölümlerini okuyabilirler.
Eziyet ve işkencenin bir başka sûreti ise, 20 aylık hapis ve mahkemenin "temyiz"e rağmen bir türlü bitmek bilmemesidir.
Öyle ki, Afyon Mahkemesi, temyiz kararına uyulup uyulmayacağını dahi düşünüp tartışıyor.
Aynı şekilde, "noksanların ikmali" bahanesiyle, tutukluluk süresi uzatıldıkça uzatılıyor.
Nihayet, 20 Eylül 1949 günü sabahın çok erken bir vaktinde Said Nursî'nin tahliyesi gerçekleşiyor. (Garip bir tevafuk: Üstad Bediüzzaman'ın 1943'te Denizli'ye gönderilmek üzere Kastamonu'da tevkif edildiği gün de yine 20 Eylül günüydü.)
İki komiser refakatinde faytonla bir eve getirtilen Üstad, iki ay Afyon'da bekletildikten sonra, tekrar Emirdağ'a gönderiliyor.
Bütün bu gelişmelere rağmen, mahkeme "tutuksuz şekilde" devam ediyor. 1950'de umumî af çıkmasına rağmen, şahıslara ilişilmedi, ama eserler müsadere edildi.
Eserlerle ilgili mahkeme yıllarca devam etti. Diyanet'ten de müsbet bir rapor geldikten sonra, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi, nihayet Haziran 1956 tarihinde ittifakla Nurların beraetine ve serbestiyetine karar verdi. Karar kat'ileşti.
İşte bu tarihten sonradır ki, Demokrat hükümetinin (hasseten Başbakan Menderes'in) de yardımıyla, Risâle-i Nur mecmuaları matbaalarda tab'edilmeye başlandı.
Üstad Bediüzzaman, Afyon ve Emirdağ'da maruz bırakıldığı işkenceli tazyiklerin sebebini Devlet Reisine bir dilekçe ile bildirmek ihtiyacını hisseder. Bu dilekçede şu ifadeleri kullanır:
"Reis-i Cumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yazmağa.
"Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal'in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar." (Devamı için bakınız: Emirdağ Lâhikası, s. 247)
Not: Bu dilekçenin İsmet Paşaya hitaben yazılmış olması gerekir. Zira bu mektup, Emirdağ Lâhikasının ilk cildinde ve Cumhurbaşkanı seçilen Celâl Bayar'a gönderilen tebrik mesajından birkaç sayfa evvel yer alıyor.
20.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|