—Dünden devam—
Kuru akliyat Müslümanları fırka fırka yaptığı gibi gayri müslimlerin İslâm’la tanışmalarına da bir katkı sunamamıştır. Aksine bu katkıyı ehl-i nazar değil, ehl-i hikmet veya bunun eşanlamlılarından birisi olarak ehl-i irfan temin ediyor. Hamidullah Hoca açıkça bunu itiraf ediyor. Kılıç ve aklın hiçbir muhtediyi kendine celbetmediğini ve çekmediğini ve gayri müslimlerin İslâm’da akıl veya hukuk metodlarına bakıp da hidayete erdiklerinin görülmediğini ama cümlesinin maneviyat ve kalp yolunu takip ederek yeni menzillerine ulaştıklarını hatırlatıyor. Beyin ikna makamı olsa da tasdik makamı değildir. Tasdik makamı kalptir. Akıl burada kılıç makamına tekabül eder ve kimse de kılıç zoruyla Müslüman olmaz. Olsa da zorakidir. Makbul değildir. Makbulü ihtiyara mukarin olanıdır.
Aklın ve kılıcın yerine Hamidullah Hoca gönül ve maneviyatı ve onun tariklerinden sadece birisi olan tasavvufu ikame ediyor. Aslında kılıç ile akıl, ruh ile gönül farklı hiyararşiktir ve birbirlerine zıt değillerdir. Tamamlayıcıdırlar. Akılla hikmetin birbirine zıt olmadığı gibi dûn mertebelerdekiler için zıtlık görülebilirse de bu bir yanılsamadır. Sadece makam ve derece ve boyut farkı vardır. Akıl ve kılıç çözme makamıdır. Gordiom düğümü gibi düğümleri çözer. Çözer ama kazanma makamında kılıç kördür ve paslıdır. İşlemez. Kılıç sadece gönüllerini hakka kapatanlar yani mütecavizler için ve onlara karşı dinin ve diyanetin sınırlarını korumak için bir tedbirden ibarettir. Kapının bekçisidir. Aklın nuru, vicdanın nuru ayrı ayı olduğu gibi kalbin gıdası ile fizikin gıdası ve onların sahalarının savunmaları da ayrı ayrıdır.
Mevlânâ kendisi de bir kelamcı olduğu halde kelam mesleğine iltifat etmemiştir. Zira kelamcılar dört mezhep imamının nehyettiği gibi Kur’ân’daki cedel üslubunu da zamanla terketmişlerdir. Geçişliliği kaldırmışlar ve anlamak yerine mahkûm etmeye dayalı bir meslek edinmişlerdir. Kelam diyaloğu öldürmüştür. Zaten çok kategorize etmek manaları köreltiyor. Tasnif bilgi ise de fazlası hikmetin körelmesidir. Hikmet üst bilgiyi beraberinde getiriyor. Bundan dolayı Mevlânâ aklı mertebelere ayırıyor. Mutezile ise bütün akılları bir ve eşit kabul ederek aslında tarihte ilk akılcı komunistler olma vasfını hak etmişlerdi. Akılda iştirakilik mesleğine sapmıştır. Sistemlerini de bu anlayış üzerine inşâ etmişlerdir.
Maddiyyun anlayışına dayalı komunistler mesleklerini umumen dine karşı bir zaptiye gibi kullanmışlarsa, Mutezile de akılcı mesleklerini nakle karşı bir zaptiye gibi kullanmışlardır. Akla aşırı yüklenmek aslında onu köreltmekle eşdeğerdir. Bir sahaya aşırı tevaggül ve yönelme nasıl başka sahalarda körelmeyi getiriyorsa aslında akliyat da bir yönüyle aklı inkişaf ettirse de diğer alanlar hesabına olduğundan küllî manada bindiği dalı kesiyor ve onu köreltebiliyor. Mertebeler arası dengeyi bozuyor.
Ehl-i İslâm ve beyne’l İslâm arasında ihtilaf-u tefrikanın artmasının sebeplerinden birisi de ilmi kelamın izahta hikmet yönteminden ziyade akim bir yöntem ve meslek olan cedele kaymış olmasıdır. Bu da anlaşmayı, uzlaşmayı ve geçişliliği büyük çapta kesintiye uğratmıştır. Mertebelerde indirgemeciliğe kapı açmış ve kategorik yaklaşımlar katılık ve kilitlenmeyi beraberinde getirmiştir. Mevlânâ’nın cazibesi ise nazarı dışlamadan cedele değil de hikmete dayanmış olmasındandır. Akıl çözeceği yerde bazen daha da kilitliyor ama üst akıl olan hikmetle durum halli âsân oluyor ve bu meslek hallirumuz manası kazanıyor.
20.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|