Mevlânâ yılında Mevlânâ muhiblerine düşen en önemli görev Mevlânâ’yı anlamak ve anlamlandırmaktır. Zira Mevlânâ’yı anlamak ve anlamlandırmak her asırda sorunlu olmuştur. Kimileri Mevlânâ’ya tercüman olacakları yerde Mevlânâ’yı kendilerine tercüman kılmaya çalışmışlardır. Onun seslendirdiği tezleri kabul etmek yerine kendi tezlerini onun üzerinden ispata kalkışmışlardır. Onu İslâm’dan kopararak hümanist takdim etmek isteyenler gibi. Dolayısıyla Mevlânâ sürekli olarak bir anlam kaymasına uğramıştır. Mevlânâ yılı armağanı olarak dostlarının ve muhiblerinin Mevlânâ mirasına iki borçları vardır. Bunlardan birisi, Mevlânâ Hazretlerini tarihî bağlamına oturtmaktır. Onun iki füyuzât kaynağı vardır. Şark hikemiyetinin merkezi Horasan ve bilâhare gittiği Halep ve Şam...
Şems-i Tebrizi ile buluşması ise bütün bunlara cila olmuş ve saykal vurmuştur. Mevlânâ’nın şahsiyetini ve hamurunu yoğuran ve ikmâl eden bu üç boyuttur. Tasavvuf neşvesini Horasan erenlerinden tevarüs etmiş, şer’i bilgileri ise Halep ve Şam’da tahsil etmiştir. Şems ise bu birikimi simyası ile iksir haline getirmiştir. Mevlânâ’yı tarihi bağlamına oturtmak onu su-i tefsirlerden ve istismarlardan da korumaktır. Kendisi aramızda olsaydı bunu bizzat kendisi yapardı. Aramızda olmadığına göre bilvekale görev bizim omuzlarımıza düşüyor. Bu itibarla, önce Mevlânâ’yı anlamalı ve ardından da onu anlamlandırmalıyız. Bunu yapamazsak kendisinden istifade etmek bir tarafa Mevlânâ’yı istismar etmiş ve harcamış oluruz. Bunu yapanlar ne de çok! Özellikle de Mevlânâ uzmanı geçinenler arasında. Bundan dolayı bu görev daha da zor ve meşakkatli hâle gelmiştir. Bu mürekkep yanlışı düzeltmek basit insanların harcı değil. Piyasadaki Mevlânâ imajlarını Mevlânâ ile yakından veya uzaktan pek de bir alâkası yoktur.
Onu tahrif edenler ekseriye yorumcuları olduğuna göre onun imajı etrafında birikmiş ve kümelenmiş olan yanlış yorumları, sis bulutlarını izale edip yerine doğrusunu ikame etmek bir kat daha zorlaşmıştır. Evvelemirde Mevlânâ’yı anlayıp anlatmak bağrında yattığı ve ebedî mirasını tevdi ettiği Türkiye’ye düşer. Ancak Osmanlı sonrasında kasrî ve icbarî değişimin sonucu Mevlânâ’yı anlamaya yarayacak teknik donanım veya mekanizma sıfırlanmış oldu. Sonraki yıllarda imam hatip veya ilâhiyat fakültelerinde yine Mevlânâ ile buluşmayı sağlayacak olan altyapı ve bu meyanda Farsça eğitimi zamanla tedrisattan kaldırılmıştır. Halbuki bazı dersler azaltılarak Farsça ve Urduca gibi diller en azından seçmeli hale getirilmeli ve tabiî bu meyanda üniversitelerde Mevlânâ kürsüleri veya mustakil Mevlânâ enstitüleri kurulmalıydı. Bu hususta çok geç kalındı. Mevlânâ bizi Batı ile ve dünya kültürleriyle buluşturacak önemli manevî köprülerden birisiydi. Sami Yusuf bile sesiyle ve imajıyla şark ile garp arasında bir köprü olduğunu söylerken ve bu münasebetle zımnî olarak bu ihtiyaca vurguda bulunurken Mevlânâ’nın ihmali büyük bir kayıptır. İhmale gelmeyecek bir ihmaldir.
***
Mevlânâ yılında yapılacak armağanlardan birisi Mevlânâ’yı tarihî bağlamına oturtmak ise ikincisi de çağa göre konumlandırmak ve çağdaş mevkiini tesbit etmektir. Mevlânâ bugün yaşasaydı çağımız sorunları karşısında ne derdi? Bu bağlamda, Mevlânâ’dan aktüel yorumlar çıkarmak her zaman mümkündür. Sözgelimi pozitivizm konusunda Mevlânâ ne diyor? Mevlânâ yaşasaydı Türkiye-AB münasebetlerimiz konusunda ne derdi? Saklı Mevlânâ’dan gerçekten de bu yönlerde aktüel yorumlar çıkarmak hem mümkün, hem de gerekli. İşte Mevlânâ’nın bu yönlerini eşeleyip ortaya çıkaracak araştırmacılara acilen ihtiyaç var. Aksi takdirde, Mevlânâ furyası Mevlânâ’yı tüketme furyası haline gelecektir ve gelmiştir de. Buna karşı acilen tedbir alınmalıdır. Tedbiri de Mevlânâ’yı anlamak ve anlamlandırmaktır.
***
Mevlânâ Batılıların ilgisine mazhar olduğu için büyük değildir. Mevlânâ büyük olduğu için Batılılar ilgi gösteriyor. Ama bizim de görevimiz Mevlânâ’ya tellallık yapmak ve gerçek suretiyle onu dünyaya takdim edebilmektir. Mevlânâ diğer büyükler gibi göz kamaştıran İslâm’ın güneşleri arasındadır. İşte tam burada kimileri Mevlânâ ile İslâmın arasına perde koymak istmektedir. Halbuki Mevlânâ bizzat kendini Kur’ân ve İslâm bendeliğinin dışına bir konuma oturtmak isteyenlerden müşteki oluyor. İslâm Mevlânâ’nın kaynağıdır ve velinimetidir ve bunu derk etmek istemeyenler İslâm’dan mahrum oldukları gibi Mevlânâ’dan da mahrumdurlar. İslâm’ı çekip aldığınızda Mevlânâ’dan geriye sadece bir posa kalır. Yani hiçbir şey kalmaz. Bediüzzaman’ın Şah Geylani gibiler için söylediği Mevlânâ için de geçerlidir. Mevlânâ gibi zevat İslâm’ın canlı bürhanlarıdır. Onların kemâlâtı İslâmın kemâlâtındandır. Onlar İslâmiyetin reşahatıdır.
Ebu’l Hasan en Nedevi de ‘İslâmın inhitatıyla insanlık/dünya neler kaybetti?’ kitabında İslâmın ispatı olarak onun bir nev'î mucizesi olan bu mucizevî zevattan bahseder. Bunları görüp de İslâmı görmek istemeyen mucizeyi gördüğü halde inkâr eden bedbahtlar gibidir. Mevlânâ bizim zenginlik kaynağımızdır. Üzerinde ne kadar titresek de azdır.
18.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|