Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Buna tek bir ses yeter. Onların da birden gözleri açılıverir. "Eyvah bize! İşte bu hesap günüdür" derler.

Sâffât Sûresi: 19-20

18.09.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Ezan sesini işittiğinde Allah'ın dâvetçisi olan müezzinin çağrısına uy.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 1, no: 384

18.09.2007


Oruç, bütün duygulara tutturulmalıdır

Ramazan’ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-î insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Ramazan-ı Şerif’te sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir’de otuz bin hasene sayılır. Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.

İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nev’î aynadarlık etmektir.

Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kàtıadır.

Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden fermân-ı âlişânı olan Kur’ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerif’te inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.

Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nev’î oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nev’î oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.

Mektubat, 29. Mektub,

2. Risâle, 7. Nükte, s. 390

Lügatçe:

sıyâm: Oruç.

sevab-ı a’mâl: Amellerin sevabı.

nass-ı hadis: Hadisin açık ve kesin hükmü.

şecere-i tûbâ: Cennetteki Tuba ağacı.

hurufât: Harfler.

neşvünemâ-i a’mâl: Amellerin yeşermesi ve büyümesi.

mâ-i Nisan: Nisan yağmuru.

saltanat-ı rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın kâinatı terbiye ve idare eden saltanatı.

ubudiyet-i beşeriye: İnsanların ibadet ve kullukları.

hevâperestâne: Sadece yasaklanmış, haram lezzet ve heveslerin peşinde koşarcasına.

müştehiyât: Nefsin hoşuna giden ve iştahla yenen şeyler.

tecessüden: Beden haline gelerek, cesetleşerek.

cülûs-u hümayun: Padişahın tahta çıkışı.

mukteza-yı hikmet: Hikmetin gereği.

ekmel: En mükemmel.

muharremat: Haram kılınan şeyler.

mâlâyâniyat: Abes, boş, mânâsız şeyler.

Bediüzzaman Said NURSÎ

18.09.2007


Melek mi, insan mı?

Çocuklarla, yedinci sınıflarda melekler ve diğer görünmeyen varlıklar ünitesini işliyorduk ve onlara şu soruyu yönelttim:

“Melekler mi daha üstün varlıklardır, insanlar mı?”

Çoğunluk “Meleklerdir” dedi. Anlaşamadık. Ben de süre dolduğu için haftaya izah etmek üzere onlara ödev verdim. “‘Neden insanlar üstündür?’ diye araştırın” dedim.

Melekler, görünmeyen varlıklardandır. İnsanlar gibi yemeleri, içmeleri, uykuları vs. yoktur. Melekler, Allah’ın görevli memurlarıdır. Dereceleri sabittir. İsyan etmezler.

Oysa insanlar öyle değildir...

İnsanlar, âlâ-yı illiyîne, yani en yüksek mertebelere çıkabileceği gibi esfel-i sâfilîne, yani aşağıların aşağısına da inebilir bir durumda yaratılmışlardır. Bu durum, Tin Sûresi’nde şöyle ifade edilmektedir:

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar müstesna. Onlar için kesintisiz bir mükâfât vardır.” (4-6. âyetler) Yani insan ibadet ve ahlâk konusunda melekleri aşabileceği gibi kötülükte ve isyanda da şeytanın atına binip dibe vurabilir. İkisine de müsaittir.

İnsan seçtiği yol ve takındığı tavır ve duruşla bir önem kazanır veya kaybeder.

Özgür olmasaydı seçiminde, bunun bir önemi olmaz ve sadece melekler gibi görevli varlıklar olurdu.

Demek ki iyi insanlar, iyiliği seçtikleri için ve bu konuda sabır ve gayret sarfettikleri için meleklerden üstün varlıklar mertebesine çıkabiliyor.

Tahrip kolaydır, şeytanın yoldaşı olanlar ise en düşük derekeye düşebiliyorlar.

Âlâ-yı illiyîne çıkabileceğini bildiği için Allah melekleri Hz. Âdem’e secde ettirmiştir.

Âlemlerin Efendisi Peygamberimiz (a.s.m), Mi’rac’ta Sidretü’l-Müntehâ denilen mevkîyi geçmiş, Cebrail (as) orada beklemiştir. Peygamberimiz (asm) orada Allah’ı perdesiz görmüştür.

Melekler, Allah’ın emrindedirler. Onların koruması üzerimizden eksik olmasın inşaallah.

Semra ULAŞ

18.09.2007


Sırat köprüsünde elinden tutan el

Allah dostlarından birisi bir gün kayıkla Karaköy’e geçmek ister. Fakat cebinde parası yoktur.

Bir ümit kayıkçılara:

“Bugün param yok, Allah için beni karşıya kim geçirir?” der.

Kimseden ses çıkmaz.

Az sonra biri:

“Ben!” diye atılır ve adamı kayığına bindirdiği gibi Karaköy’e götürür.

O kayıkçı, o günün gecesinde bir rüya görür.

Rüyasında kıyamet kopmuş. Mizan kurulmuş. Herkes amellerine göre muamele olunmaya başlamış. Kendisi şaşkın, içini korku sarmış. Bunca günahla sıratı geçemeyeceğini düşünüp ağlarken, birden kendisine bir el uzanıyor, elinden tutuyor ve sıratı geçiriyor.

Kayıkçı:

“Siz kimsiniz? Bu badireden beni nasıl kurtardınız?” diye sorunca, kendisini kurtaran el:

“Ben iki cihan serverinin mağara arkadaşı Ebû Bekir Sıddık’ım. Evlatlarımıza hizmet eli uzatanlara, bizim imdat elimiz böyle ulaşır” diyor.

Adam sevinçle uyanıyor.

Süleyman KÖSMENE

18.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri