Ayçiçeği bitkisi, güneşe tutulmuştur. Güneş hangi tarafa gitse, başını o tarafa çevirir. Onun için kendisine “günebakan” denilir. Onun ışığına, nuruna ve nârına tutkundur. Göz açıp kapayıncaya kadar bile gözünü güneşten ayırmaz. Güneş battığı zaman ise, başını önüne eğer, ertesi sabahı iple çekmeye başlar.
Ey oruç, biz de sana tutulmuşuz. Sen bakma bizim “oruç tutuyoruz” dememize. Biz aslında sana “tutuluyoruz.” Yüzümüzü sana çeviriyoruz, gözümüzü senden ayıramıyoruz. Geldiğin zaman gönül bahçelerimizde güller açıyor. Hangi mevsimde gelirsen gel, sen geldiğin zaman biz hep baharı yaşıyoruz. Ruhumuzda nevruz ateşleri yanıyor, kalbimizde muhabbet filizleri uyanıyor, gönül gözümüzle hep seni takip ediyoruz. Bir güne bakan gibi, hep sana bakıyoruz.
Mahyalara adını yazıp, gelişini göklere muştuluyoruz. Sevincimizi meleklerle paylaşıyoruz. Seninle ezanlar bir başka güzel okunuyor, namazlar bir başka anlam kazanıyor. Seninle kulluğumuzun izzeti, sofralarımızın lezzeti artıyor. Sevgiler ve sevinçler gönüllerden taşıyor, kalpten kalbe bir muhabbet mesajı ulaşıyor. Herkes birbirine seni muştuluyor. Ne kadar güzel bir cemalin var ki, bin dört yüz yirmi sekiz yıldan beri tazeliğin, güzelliğin ve caziben devam ediyor. Hatta zaman geçtikçe, dünya ihtiyarladıkça sen gençleşiyorsun, güzelleşiyorsun. Ve, her gelişinde yeni bir heyecanla taze bir aşkla sana tutuluyoruz.
Ey Ramazan, sen ayların sultanı olduğun gibi, gönüllerimizin de sultanısın. Senin nurunla ruhumuzun karanlıkları aydınlanıyor, kalbimizin pası siliniyor. Çocuklar da senin gelişini sevinçle karşılıyorlar. Küçük yüreklerinde senin büyük heyecanını taşıyorlar. Taşıdığın hidayet esintileri ile gaflet uykusundan uyanıyoruz. Sen gelince biz de kendimize geliyoruz. Kulluğumuzun farkına varıyoruz.
Elimiz harama uzanmak istese, senin varlığını hatırlayıp geri çekiyoruz. Senin olduğun yerde kötü bir amel işlemekten haya ediyoruz. Elimiz tutuluyor.
Senin yanında ileri geri konuşmaktan, gıybet edip kötü söz söylemekten, kalp kırıp gönül yıkmaktan çekiniyoruz. Haksızlığa maruz kalıp, hakarete de uğrasak, “Ben oruçluyum” deyip ağzımıza kötü söz almıyoruz. Senin yanında edepsizlik etmekten haya ediyoruz, dilimiz tutuluyor.
Ey oruç, ne zaman bir yanlış yapacak olsak, haram ve günah mıntıkasına adım atacak olsan, sen bizi tutuyorsun. Nefsimiz aklımızın ayağını kaydıracak olsa, gafletimiz, ihmalimiz, ihtirasımız kalp gözümüzü kör etse sen elimizden tutuyorsun. Bize göz kulak oluyorsun. Dünya hayatımızı karartan, ebedî hayatımızın da temellerini sarsan günahlar, bir kasırga gibi üzerimize hücum ederken, sana tutunuyoruz, vahşet derelerine düşmekten kurtuluyoruz.
Senin gelişinle şeytanlar bağlanırken, nefisler de açlıkla terbiye ediliyor. Tıpkı, Kâlûbelâ’da olduğu gibi. Açlıktan süzülmüş benizlerimizle, sofraya oturup iftar saatini beklerken, elimizi önümüzdeki ekmeğe uzatamıyoruz. Çünkü soframızdaki ekmeğin, bardağımızdaki suyun sahibi biz değiliz. Bunların gerçek sahibi olan Rabbimiz, iftar saati gelmeden nimetlerinden yememize ve içmemize izin vermiyor. İşte o zaman aczimizi fark ediyor, enaniyetimizi terk ediyoruz. “Evet ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin, biz de senin âciz kullarınız” diyerek, biatımızı tazeliyoruz. Orucumuzu tutarken, sözümüzü de tutmuş oluyoruz.
Gelişini kandillerle karşılayıp, getirdiklerine hatimlerle “Mukabele” ediyoruz. Şimdi vuslatın hazzını tadıyoruz ama, yine gideceksin diye de hasretin hüznünü yüreğimizde taşıyoruz. Her sene on bir ay hasret, bir ay vuslat yaşıyoruz. Ama olsun, içinde taşıdığın “bin aydan hayırlı” bir gece var ya. İşte onu ihya etmekle “ihya” olacağımız ümidi, en kuvvetli tesellî kaynağımız oluyor. Gittiğin zaman, tekrar gelecek olmanı düşünmek bile bize yetiyor.
Bir dahaki gelişinde belki bizi burada bulamayacaksın. Belki de toprak altında, amellerimizle baş başa olacağız. Ey oruç, orada da bizi yalnız bırakma. İmdadımıza yetiş. Kabirde ışığımız, Sırat’ta bineğimiz ol. Ruhumuzun elinden tut, Cehennem çukurlarına düşmekten kurtar. Burada biz sana tutulduk, sana tutunduk, seni tuttuk, orada da sen bizi tut.
21.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|