Oruç ve zekâtı terk etmenin getirdiği musibet
Tekrar biri sordu:
“Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti. Musîbet-i âmme ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükâfatınız nedir?”
Dedim:
“Mukaddemesi üç mühim erkan-ı İslamiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât. Zîra, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Halık Teâlâ bizden istedi; tembellik ettik. Beş sene, yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile, bir nevî namaz kıldırdı. Hem, senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi; nefsimize acıdık. Keffareten, beş sene oruç tutturdu. “On”dan, ya “kırk”tan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi; buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekâtı aldı.
“Amelin karşılığı kendi türünden birşeyle verilir.”
Tarihçe-i Hayat, s. 120
***
Evet, alem-i İslâmın, bu asrın hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umûmiden kurtulmasının sebebi, Kur’ân’dan gelen îman ve a’mâl-i saliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikar etmeleridir. Ve Anadolu’nun bir meydan-ı harb olmamasının sebebi, “İman edenler müstesna” (Asr Sûresi: 3.) kelime-i kudsiyesinin hakîkatini fevkalade bir sûrette yüz bin insanların kalblerine tahkîki bir tarzda ders veren Risâle-i Nur olduğunu pekçok emarelerle ve şakirtlerinden binler ehl-i hakîkat ve dikkatin kanaatleri ispat eder.
Tarihçe-i Hayat, s. 278
Lügatçe:
mukaddeme: Başlangıç.
musîbet-i âmme: Umumi musibet.
ekseriyet: Çoğunluk.
terettüb: Sıralanmak, gerekmek, netice olarak çıkmak.
erkân-ı İslâmiye: İslâmın şartları, esasları.
salât: Namaz.
savm: Oruç.
buhl: Cimrilik, pintilik.
müterakim: Birikmiş, yığılmış.
hasaret: Zarar etme, ziyan, kayıp.
Harb-i Umûmi: Dünya savaşı.
a’mâl-i saliha: Salih ameller, iyi işler.
kaht: Kıtlık, kuraklık.
ihtikar: Karaborsacılık.
emare: Delil, işaret, belirti, iz.
|
Taşlar ve insan
Taşlar... Ayaklarımızın altına sarılmış nakışlı halı… Analık yapıyor toprağa, baharı kucağında karşılıyor... Dostları kavuşturan uzun ince bir yol oluyor taşlar…
Rahmet hazinelerinden gönderilen suyu bağrından taşırıyor. Ya haşyetinden veya sevincinden sel gibi gözyaşları döküyor.
Taşlar, Rabbimizin emri karşısında şahsını (sertliğini) unutup bir tohuma nefsini feda ediyor. Allah’ın (c.c.) emrinde fânî oluyor. “Fenafilemir” oluyor. Allah’ın emri karşısında o sert yüzüyle tebessüm ediyor. Benliğini emirler karşısında kırıyor. Benliğinden (sertliğinden) geçip Rabbisinin emriyle yumuşuyor.
Taşlara yaptırılan şu hizmeti görünce insan, taşların haline özeniyor.
Keşke taşlar gibi, insanlara ümit olsaydık. İnsanları kurtuluşa çağıran yol olsaydık. Etrafı bahar çiçekleriyle dolu yollar olsaydık. İstidat ve kabiliyetlerimizin tohumlarından çiçekler açtırsaydık.
Bismillah diyerek bitmez tükenmez bir hazineyi içimizde saklasaydık. Rabbimizin azameti karşısında mahviyetle seccademize yanaşıp gözyaşlarımızı akıtsaydık. Allah’a kul olmanın sevinciyle gözyaşlarımızı tutamasaydık. Allah için ağlayıp, günahlarımızın ateşini gözyaşlarımızla söndürebilseydik keşke...
Elimizdeki nur (Risale-i Nur) ile çorak kalplere akıp, kalplere hayat bahşeden bir su, bir nur olsaydık.
Allah’ın emri karşısında parçalansaydık. Yüksek tepelerden (makamlardan) aşağılara inip, toprağı (hizmeti) ihlâsla omuzlasaydık. Makamlarımızı Allah için feda edebilseydik keşke.
Taşlar, taşmış yollara… Dağlarda, ovalarda vazifeli mûti bir asker olmuş… Tam bir teslimiyetle ubudiyetini takınan bir kul olmuş…
[email protected]
|