Kemalizm ve başörtüsüne indirgenen anayasa tartışmaları, toplumun gelişmesini ve ihtiyacı olan demokratik kanunları geciktiriyor. Bir yandan YÖK, bir yandan medya, bir yandan yargı, anayasa değişikliği konusunda hükümeti topa tutuyorlar. Kimine göre bu tarz yaklaşımların sebebi statükoyu korumak ve askerin elini güçlendirmek, kimine göre ise demokratik bir süreç olan eleştiri hakkını kullanmak...
Tartışmanın ana merkezi ise, Türkiye’nin modern yapısının zedeleneceği endişesi...
Biz de, Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dekanı Prof. Ömer Çaha’yla Türkiye’deki modernlik tartışmasını konuştuk. Çaha’nın “Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, Siyasal Davranış ve Partiler, Dört Akım, Dört Siyaset, Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Feminizm” kitaplarının yanında uluslararası alanda yayınlanmış bir çok makalesi var. Çaha, Türkiye’deki tartışmanın toplumun modernizm anlayışının devletin öngördüğü modernizm anlayışını zorlayacak noktaya gelmesinden kaynaklandığını söylüyor.
• Köprü Dergisi’nde Ahmet Dursun’a verdiğiniz röportajda “Modernleşme sürecini kim başlatırsa, kurallarını o koyar” diyorsunuz. Bir de devlet ve toplum modernleşmesinden bahsediyorsunuz. Sizce Türkiye’de toplum modernleşmesi devlet modernleşmesini aşmış durumda mı?
Çok güzel ve kritik bir soru sordunuz. Türkiye’deki tartışmalar bunun odağında seyrediyor. Türkiye’deki modernleşmeyi asker, sivil bürokrasi yapmıştır. Dolayısıyla modernleşme değerlerine askerî ve bürokratik bir yaklaşımla bakılmıştır. Modernleşme sürecimize bu hassasiyetler damgasını vurmuştur. Batının modernleşmesinde önemli rol oynayan burjuvazi rekabeti, piyasa ekonomisini, üretimi, özgürlüğü topluma taşımıştır.
• Bizdeki asker, sivil bürokrasi hangi değerleri taşıdı?
Devletçiliği, merkeziyetçiliği, tepeden inmeciliği, jakobenliği taşımıştır. Deyim yerindeyse, toplumu dizayn etme yetkisini kendinde görmüştür. Bu yaklaşımın arkasında pozitivist felsefe vardır. Pozitivist modernleşmenin de tek doğrusu ve tek bakış açısı vardır. Dolayısıyla toplumu tek hakikat doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışır.
• Bizdeki devlet modernleşmesinin bakış açısını söylediniz. Peki toplumsal modernleşme nasıl bir bakışa sahiptir?
Toplumun tabiî seyri içinde modern değerlere adaptasyonuyla ilgilidir. Toplumsal modernleşme bir mühendislik süreci değildir. Çeşitlilik arz eder. Tek bir hedefi ve gerçeği yoktur. Dünyaya baktığımızda da çok merkezli modernleşmeye, yani postmodernleşmeye gidildiğini görürüz. Burada farklı değerler, inançlar ve varoluş biçimleri vardır.
Bu süreç, ister istemez Türkiye’ye de yansıyor. Türkiye’de toplum devletin öngördüğü değişimi aşacak, çatırdatacak şekilde değişim ve dönüşüm yaşıyor. Bu değişim ve dönüşüm kendini farklı şekillerde ortaya koyuyor.
• Meselâ?
En can alıcı örneği, dindarların piyasaya adapte olması. Modern teknolojiyi kullanıyor, modern eğitim alıyor, modern felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi okuyorlar, öbür tarafta da muhafazakâr, geleneksel dinsel değerlerini yaşıyorlar. Bu ikisinin sentezinden farklı görüntüler, yaşayış biçimleri ortaya çıkıyor. Modern ve gelenekselin sentezi olarak kadın başörtüsüyle kamusal alana çıkıyor. Modern eğitim, ekonomi ve medya üzerinde cemaatleşmeye doğru gidilmesi de bunun göstergesidir.
• Toplumun devleti zorlayacak bir değişime girdiğini söylüyorsunuz, ancak bu değişimin modernliği tehdit ettiğini söyleyenler var. Modernliği biz nasıl tanımlayacağız?
Modernliğin, herkesin hemfikir olduğu bir referans noktasını bulmak çok zor. Neyin modern olup olmadığını herkese göre belirlemek zor. Biz her şeyin gelişmiş versiyonunu modern olarak tanımlıyoruz. Traktör sapandan daha modern... Maddî şeylerde modernlik bu şekilde ölçülebilir, ama modern kültür, modern inanç diye bir şey söz konusu olamaz. Değerler, inançlar, yaşam felsefeleri itibariyle bir şeyin modern, ya da anti modern olduğunu ölçen bir kıstas geliştiremeyiz. Bugün Batı dünyasında insanlar oluk oluk Budizm’e geçiyor. Bunlar modern dünyanın, modern devletlerinde yaşayan insanlar. Bunu modernleşmenin geri tepişi olarak da okuyamayız.
• Türkiye’deki modernleşme tartışmalarını nasıl okumalıyız öyleyse?
Devletin öngördüğü Kemalist modernleşmede, herkes hidayete ermiş bir vatandaş olacak. Cinsiyetinden, devletin öngördüğün dinsel ve etnik kimliklerden arınmış, yeniden yaratılmış, zararsız, güvenilir bir vatandaş olacak. Hiçbir dönemde böyle ideal tip meydana getiremezsiniz. Bu insanın doğasına aykırı bir şey. Türkiye’de bürokratik modernleşme bizden bunu istiyor, ama toplum bu şekilde modernleşmiyor. Modern eğitim kurumlarında okurken, aynı zamanda kendi aidiyetini de koruyor. Türklüğünden vazgeçmiyor, Müslümanlığından, Alevîliğinden vazgeçmiyor. Türkiye, tek tip modernleşmeden, çoklu modernleşme tipine doğru gidiyor.
• Sizce toplum devletin koyduğu sınırı aşabilecek mi?
Başaracak tabiî. Bu modernleşme tipi, aynı zamanda modern aktörleri buna açık siyasetçileri talep ediyor. Yapılan seçim bunu göstermiştir. Toplum bu yönde taahhütlerde bulunan siyasî partiye destek vermiş, iktidara taşımıştır. Bu siyasî elitler yeni anayasa yapmaya çalışıyor, Türkiye’nin önüne yeni bir vizyon koyuyor. Son yirmi-otuz sene içinde toplum kendine özgü okullar, medya kuruluşları ortaya koymuştur. Toplum zaten başarılı bu konuda...
• Bu değişim yaşanırken, bazıları “mahalle baskısı”yla Türkiye’nin laik, demokratik bir cumhuriyet olmaktan çıkacağını söylüyorlar, korktuklarını belirtiyorlar...
Bu korkuyu bertaraf edemeyiz. Korku, her kesimde var. Türkiye’de bazı kesimler bu korkuyu yaşamıyor, bizzat korkunun sonuçlarını yaşıyor. Devletin sert tokatıyla yaşıyor. Yıllardır eziliyorlar. Bu değişim ve dönüşüm doğal bir şekilde, müdahalesiz devam ettirildiğinde, öyle zannediyorum ki, Türkiye’deki değişik kesimler birbirini daha iyi anlayacaklar. Anlıyorlar da... 1970’lerde bir aile içinde iki kardeş birbirini anlayamayacak duruma gelmişti, ama günümüzde empati o kadar yaygınlaştı ki, farklı dünya görüşlerinde olmasına rağmen, bir takım insanlar bir araya gelebiliyorlar. Feminist oldukları söyleyen kadınlar, başını örtüp medyaya poz vererek başörtüsü yasağının kaldırılmasını talep edebiliyor. Feminist dünya görüşüne baktığınız zaman, başörtülülüğü ifade eden dünya görüşü arasında taban tabana zıtlık vardır. Bu empatiyi yapabiliyor. Binlerce insan, “Hepimiz Hrant Dink’iz” diyebildi. Yirmi beş senedir terör olayı var, ama Türk-Kürt çatışması yaşanmadı.
• Yani mahalle baskısı olacağını düşünmüyorsunuz?
Hayır... Hayır... Bir kere şunu görmek lâzım, mahalle baskısı geleneksel toplum için mümkün olabilecek bir şey. Modern toplumda mahalle diye bir şey yok bir kere. Mahalleyi bırakın, aynı apartman çok kozmopolittir. Apartman baskısından, site baskısından bile söz edemezsiniz. Modern toplumlarda herkes her yerde, her değer her yerdedir. Yani aynı mahallede türbanlısı da var, mini eteklisi de vardır. Parçalanmış, bölünmüş gettolar halinde bir mahalle düzeni modern toplumda, modern Türkiye’de yoktur. Onun için ben bu kavramın yersiz ve gereksiz bir kavram olduğu kanaatindeyim.
• Mahalle baskısı yerine milliyetçi
baskısı var herhalde, ne dersiniz?
Bu baskının bile başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Bütün milliyetçi baskılara rağmen, on binlerce insan “Hepimiz Ermeniyiz” diyebildi. Bütün milliyetçi reflekslere rağmen, toplumun yüzde 60’ı AB’yi destekliyor ve bunu vaad eden bir partiyi iktidara taşıyor. Bence mahalle baskısı yerine başka baskı mekanizmaları var.
• Nedir?
Demokratik sistemlerde bulunan sivil toplum, medya, sendika, örgütlü toplulukların baskısı. Bunun dışında uluslararası anlaşmaların baskısı vardır. BM ile Türkiye’nin yaptığı anlaşmalar vardır. Bunun dışında bütünleşmeye çalıştığımız AB’nin baskısı vardır. Bunların yanında küresel düzenin getirdiği uydu teknolojisinin, bilişim teknolojisinin, bilimsel gelişmenin baskısı vardır. Bu baskı mekanizmaları şeffaf baskı mekanizmalarıdır. Benim kanaatim Türkiye’de mahalle baskısı yoktur.
• Siz “mahalle baskısı yoktur” diyorsunuz, ama Ertuğrul Özkök şehirlerarası otobüste namaz molası isteyen birine itiraz etmenin mümkün olmadığını ve baskıların bu alanlarda artabileceğini iddia ediyor...
Böyle küçük olayları getirip Türkiye siyasetinin geldiği noktayla bağlantılandırmak son derece yanlış bir şey. Türkiye’deki aydınların, gazetecilerin Türk toplumunun realitelerini görmeyişinin beraberinde getirdiği büyük bir eksiklik var. İnsanlar ilk defa namaz molası istemiyor. Otobüs seyahatinin olduğu tarihten beri bu var. Bu, iktidarla çatışmaya yönelik manevralardır.
• Aydınların toplumu tanımadığını söylüyorsunuz. Ayrıca sizin “Türk aydını devletin bilgisini kullanan memurlarıdır” sözünüz var. Ne demek istiyorsunuz?
Bizim aydın dediğimiz kesim, Antik Yunan’dan beri Batının modernleşmesini, demokratikleşmesini sağlayan mütefekkir insanlar, fikir aşığı insanlardır. Aydınlarda boşluk duygusu vardır. Aydın potansiyel bir bilgedir. Bu bilgeliğini sürükleyici güç, boşluk duygusudur. Bu boşluğu giderecek güzergâhta her şeyi okur, araştırır, yararlanır. Açlığı gidermeye çalışır. Türkiye’de bu tür bir açlıkla hareket eden aydın sayısı, bir elin parmakları kadar azdır. Bunun yerine üniversitede, medyada, bürokraside devletin önüne koyduğu bilgi kırıntılarıyla geçinen, militanlık yapan, bilgiyi bir kavga aracı olarak kullanan bir aydın sınıfı var. Bu aydın sınıf militarist ve militan bir sınıf. Bu aydın sınıf Türkiye’de demokrasinin önünü açmayan, kavgacı sınıf. Mahallelerde çapulcular vardır, elinde tornavida çocukları döverek elindeki harçlıkları alır. Elindeki kalemi tornavida gibi kullanarak, ona sataşarak, buna sataşarak kendine transfer sağlamaya çalışan aydınlar var...
• Biliyorsunuz, bir de “Türkiye Malezya olur mu?” sorusu günlerdir tartışılıyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Türkiye modern bir ülke. Hızlı değişimin sancılarını yaşıyor. Ben dünyanın değişik yerlerinde bulundum. Türkiye heyecan uyandıran ciddî gelişmeler kaydediyor.
• Malezya olmaz yani?
Malezya olması için bir sebep yok. Türkiye’nin tarihî Malezya olmasına müsait değil bir kere. Türkiye AB’yle bütünleşmeye, demokrasisini oturtmaya çalışan bir ülke.
• Peki Türkiye’nin Malezya olmasından korkanların askere sığınmalarını doğru buluyor musunuz?
Bu kaygıları anlamak lâzım. Seküler özgürlükleri tehlike altında gören bir kesim var. Siyasetçilerin bu kesimin korkularını da görmesi lâzım. Kabul etmek lâzımdır ki, Türkiye İran, Malezya olmayabilir, ancak Müslüman dindarlığı toplumsal düzeyde hızla yayılabiliyor. Bir takım insanlar dindarlaşmanın hızla yaygınlaşmasıyla kendi özgürlük alanının yok olabileceği tehlikesini yaşayabiliyor.
• Peki, askerin müdahalesini normal karşılamakta haklılar mı?
Empati yaparsanız. Bu durumda başka nereye müracaat edecekler...
• Yani, siz başka bir alternatif görmüyorsunuz? Askere sığınmak yerine sivil alanda yapacakları hiç mi bir şey yok?
Vardır elbette... Serbest rekabet içerisinde CHP iktidar olamıyor. Kendi zihniyetindeki partiler iktidara gelemiyor. Burada yapılması gereken şey, seküler partilerin toplumu iyi okuması ve buna göre projeler geliştirerek siyasette güçlü noktalara gelmesi gerekir.
• CHP halka yaklaşmalı diyorsunuz yani...
Türkiye’de sosyal demokrat bir partiye ihtiyaç var. Toplumsal ihtiyaçları, beklentilerini fark eden, buna rejim kaygılarının dışında çözümler üreten siyasal hareketlere ihtiyaç var. CHP bunu yapamıyor, işi rejim kavgasına döküyor. Rejim kavgası Türkiye’nin önünü tıkar. İnisiyatif güçlüdedir ve makul adımları onun atması gerekir.
• Bütün makul adımları görmezden gelen bir kitle de var. Makul adımlar attıkça onlar tatmin olamıyorlar. Onların tatmin olması için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın balolara gidip Emine Hanım’la dans etmesi gerekiyor galiba?
Onunla da tatmin olmazlar. Özal bunları yapıyordu, tatmin oldular mı? Olmadılar. İşin arkasında ne yaparsanız yapın, tatmin olmayacak bir iktidar kavgası var. Rant kaynaklarının yok olması var. AKP, Türkiye’yi demokratikleştirirse, AB’ye üye yapma yolunda hızlı adımlar atar, geliri 15 bin dolara çıkarırsa zamanla bu tür korkuların gideceği kanaatindeyim.
|