İnsan zaman içinde dünyaya aşık olacak bir noktaya geliyor. Özellikle kapitalizmin hakim olma eğiliminde olduğu son çeyrek asırda beşer sahip oldukları ile mutlu olmaya çalışıyor. Tabii ki burada sahip olduklarından kasıt mal ve mülk şeklinde algılanmalı. Reklamları izleyen insanın hayal dünyasında insanların mutlu olduğu bir alem empoze ediliyor. Sanki bir sanal alem var ve insanlar orayı televizyon penceresinden seyrediyorlar ve o pencereden seyrettikleri alemde insanlar hep mutlular ve hep gülüyorlar.
Koltuk takımı alanlar, tıraş olanlar, giyecek alanlar, kozmetik eşya alanlar öyle mutlular ki; sırf şu dünya gözü ile öyle bir mutluluğu izleyebilmek için insanın o malı alası geliyor. Hele dondurma yerken, hazır çorba içerken gözlediğimiz neşe ve mutluluk dolu aileler sanki cennetten dünyaya ışınlanmış gibi bir hal içindeler.
İşte bu tabloya muhatap olanlar sanki cenneti kazanmak istercesine dünyaya saldırıyorlar. Bütün enerji ve gayretlerini onu elde etmeye hasrediyorlar. Bu gayretten insanın temel gayelerinden birinin mutluluk olduğu anlaşılıyor. Hiç bitmeyecek bir mutluluk... Zamanla dünyanın fani yüzü ortaya çıkınca ölümler ve musibetlerle o televizyon penceresindeki sahte dünya kırılıveriyor. Büyük bir hayal kırıklığı ve belirsiz bir geleceğin sonucunda güvensiz, avare, çaresiz bir beşer sanki dünya insanlığının genel tablosunu ifade ediyor. Dünyaya olan bu meyil ahiretin tarlası olan ya da Alemlerin Rabbi’nin isimlerinin ayinesi olan bir dünya mânâsına dönüşmezse hep yaralayıcı ve hep mutsuzluk, çaresizlik kaynağı olacak. Bu maksatla asrın manevi hastalıklarının reçeteleri olan şifa kaynağına müracaat ettiğimizde şöyle bir çözüm önümüze konuyor:
‘DÖRDÜNCÜ SUAL: Mahbublara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılab ettiği gibi, acaba ekser nâsda bulunan dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılab edebilir mi?
Elcevab: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fena çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esma-i İlahiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmağa muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit, aşk-ı hakikîye inkılaba yüz tutar. Fakat bir şart ile ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını, haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalalet ve gaflet gibi kendini unutup âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer boğulur. Meğer ki hârika olarak bir dest-i inayet onu kurtarsın. Şu hakikatı tenvir için şu temsile bak.
Meselâ: Şu güzel zînetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş oda olur. Biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî... Herbirimiz kendi âyinemiz vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak, kırmızı; yeşil boyasak, yeşil gösterir. Ve hakeza.. âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz; çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatta birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmak ile odanı harab edebilirsin, ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.” (B.Said Nursî, Mektubat, 1. Mektup.)
Bu noktada fertlerin yaşadığı en temel problemlerden birinin dünyayı değiştirmek arayışı yaşadığı sıkıntı olduğu ortaya çıkıyor. Halbuki ferdin kendini değiştirebilmesi dünyayı değiştirebilmesinden daha kolay. Üstelik bu değişim ile ferdin kendi aleminde yansıyan dünya da değişmiş olacak. Duygular ve algılar alemindeki bu değişim aslında hayatın her anına bir çözüm sunacak ve kaybolmayacak bir mutluğun da anahtarlarını kişilerin önüne koyacaktır.
Bunun için ferdin aleminde dünyanın musibetler ve ölümlerden önce gerçek konumunda algılanması gerekiyor. Oruç ile buna bir adım atılmış ve bilinçaltında mülkün gerçek sahibi hissedilmiş oluyor. Bu özel günlerde kişinin en büyük kazancı mal ve mülk sevgisinin, dünyaya yönelen aşkın gerçek sahibine yöneltilmesi ve dünyanın hiç elden çıkmayacak şekilde kazanılması olacaktır.
24.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|