Mevlana, Kübreviyye tarikatına mensuptur. Kübreviye tarikatı İslâm'da ilk fetret döneminin ikinci bölümündeki Moğol istilasına ve gailesine karşı ilk manevî cepheyi temsil etmiştir. Onlara karşı İslâmın fiziki ve metafiziki sınırlarını savunmuştur. Moğol gailesine ve tecavüzatına karşı ilk maddi ve manevi reflekstir. Moğol istilası sırasında fiziki ve metafiziki yani manevi cephenin ve direnişin adresi olmuştur.
Bu bağlamda, ilk saffı evvelleri Moğol uğruları tarafından şehid edilmiştir. Bunlar arasında bizzat tarikatın kurucusu Necmeddin-i Kübra da vardır. Necmeddin Kübra Hazretleri ümmidir ve bununla birlikte ‘Aynu’l hayat’ isimli çok veciz bir tefsiri vardır. Mevlana ailesi Necmeddin Kübra hazretlerine bağlıdır. Fahreddin Razi akıl güneşi ve Müslüman bir aydın olmasına rağmen Mevlânâ ailesi onu bırakarak Necmeddin Kübra’nın eteğine sarılmıştır. Mevlânâ Hazretleri babasının hulefasından Burhaneddin Muhakkik’den Kübreviyye tarikatına dair dersler almıştır. Şeyhinin ona talim ettiği Kübreviyye Tarikatı’nın evrad ve ezkârına devam etmeye başladı. Mevlânâ’nın manevi inkişafı böyle başlamıştır. Bir diğer şehid de, Moğol gailesine karşı bir sedd-i Zülkarneyn olan Kübreviyye Tarikatı ile ilintili ve bağlantılı veya yârânından Tezkiretü’l Evliya sahibi Feridüddin Attar’dır. Ölümü de ilginçtir. Kendisini yaşlı bir halde esir alan Moğol uğrusu nebatat ve maneviyat attarı ve zamanının manevi Feridun’u olan Feridüddin Attar’ı satmak istemektedir. Attar’ı satacak birilerini ararken manevi kadrini ve kıymetini bilenlere rastlar. Ancak satış işlemi gerçekleştilirken Feridüddin Attar buna itiraz etmiş ve ‘ben daha fazla ederim’ demiştir. Buna tamah eden uğru onu daha fazla paraya satma derdine düşmüştür. Ancak Attar’ın fiziki kıymeti metafiziki kıymetinin yanında bir hiçtir. Ve satışa arzettiği kişiler onun bu manevi mertebesini bilmezler ve çok daha düşük kıymetler biçerler.
Bunun üzerine Attar, “İşte benim asıl kıymetim ve ederim budur” deyince uğru beyninden vurulmuşa hatta deliye döner ve derhal hazreti ve maneviyat güneşini orada şehit eder. Attar Kübreviyye’nin Molla Camisi’dir. Ondan yüzyıllar sonra gelen Mevlânâ Cami ise Nakşibendiliğin Attar’ıdır. İkisi de hakikatı şiirin kalıplarına ve diline dökmüşlerdir. Birisinin Nefahat el Üns’ü diğerinin de Tezkiretü’l Evliyası aynı kaynaktan içtiklerini ve aynı damardan beslendiklerini gösterir. Attar Mevlânâ’yı ilk keşfeden ve müjdeleyen zattır. Hatta Bahaeddin Veled’in arkasından giden Mevlânâ hakkında şu sözleri sarfettiği söylenir: “Fesubhanallah! Irmağın arkasından koca bir deniz gidiyor!” Mevlânâ’ların arkasından Nişabur’un Attar’ı bir Moğol uğrusu ve çapulcusu tarafından şehit edilmiştir.
***
Attar, Mevlânâ’nın hem müjdecisi ve habercisi hem de hazırlayıcısıdır. Her ikisi de aynı manevi havzaya mesuptur. Attar’ın ledünniyet sırları Mevlânâ’da inkişaf etmiştir. Attar hikemiyatı şiir diline ve kalıplarına dökmüş Mevlânâ da bunları kaneviçe gibi işleyerek şahikalara çıkarmıştır. Attar’ın da havzası içinde bulunduğu ve dostları arasında yer aldığı Kübreviyye erleri Moğollara karşı bir set, istinadgâh ve istinad duvarı örmeye çalışmışlardır. Kübreviyye birinci fetret devrinin manevi savunma hattıdır. Daha sonra Kübreviyye tarikatının bu vasfını aynı topraklarda Nakşibendilik tevarüs etmiştir. Yedinci yüzyılda Kübreviyye’nin yaptığını bilahare Safevilere karşı duruşuyla ve onun ötesinde ikinci fetret simetrisinde yani hicri onüçüncü yüzyılda Nakşibendilik yapmıştır.
İkinci fetret döneminin Moğolları olan Moskof yayılmacılığına karşı Nakşibendilik icra etmiştir. Onun akabinde komünizm suretine inkılap eden Moskofluk veya (onun kadim sureti ve atası olan) yeni Moğollara karşı Nakşibendilik manevi siper olagelmiştir. Kadim Moğollar karşısındaki Necmeddin Kübra gitmiş yerine cedit Moğollar veya Moskof karşısında Şeyh Şâmil gelmiştir. Moğollar döneminde inhisar eden ve iç kaleye ve merkeze çekilen ve dürülen alp erenlerin Anadolu’ya gelmeleri gibi ikinci fetret devrinde de ona keza Moskof mezalimi karşısında Nakşibendi sâdâtı Anadolu’ya hicret ve akın etmiştir. Yedinci yüzyılda fiziki direnişi Mısır, manevi direnişi de Anadolu temsil etmiştir. İkisinin başında da sultanu’l ulemalar vardır. (Mevlânâ’nın babası Bahaeddin Veled ile İzzeddin Bin Abdusselam). Dolayısıyla 7’inci yüzyılın simetrisi 13’üncü ve 14’üncü yüzyılda bir kez daha yaşanmış ve tecelli etmiştir. İşte Anadolu’yu yeniden irşad ve manevi açıdan imar edenler bir Şeyh Şerafeddin Dağistani bir Mehmet Zahid Kotku örneklerinde olduğu gibi ikinci göç dalgasının ürünleri ve alp erenleridir. Onlar da ikinci Moğol istilası döneminde Anadolu’ya sığınan ve onu yurt edinenlerdendir. Ve Anadolu son sığınaktır ve bir nevi Mevlânâ dönemindki gibi esaret altında olsa da alevler içinde yanmamaktadır. Ateş içinde güllük gülistanlıktır. Ateşin Hazreti İbrahim’e berd ve selamet / esenlik olması gibi Anadolu da müminlere esenlik yurdu yani darusselâmdır.
***
Bir nevi Afrika Nakşibendiliği olan Şazeliyye’nin müessisi Ebu’l Hasan eş Şazeli de âmâ olduğu halde Haçlılara karşı Necmeddin Kübra’nın Moğollara karşı gösterdiği celadet ve selabeti gösterir. Fiilen cihada katılmıştır. Bu mânâda Ruslara karşı fiili cihada katılan Bediüzzaman’ı da benzeri bir meşhed olarak anmak gerekir. Bununla birlikte onların cihadı sadece fiziki alemde kalmamış ve onun ötesine taşmıştır. Onlar fiziki cihadla İslâm topraklarını düşmanlarından tasfiye ettikleri ve püskürttükleri gibi büyük cihadla da nefisleri mezmum huy ve kötülüklerden tezkiye ve tasfiye etmişlerdir. Bununla da kalmamış fiziki düşmanlara hidayet kandilleri olmuşlardır. Moğollara karşı fiziki cihadda öncü ve pişdar olan Kübreviyye erenlerinin onların manevi olarak dirilmelerinde ve İslâma gelmelerinde de büyük payı vardır. Onlar iki dünyanın da efendisiydiler. Mevlânâ böyle bir havzanın çocuğudur.
24.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|