Özgürlükleri genişleten bir anayasanın hazırlık çalışmalarının yapıldığı şu günlerde, “irtica paranoyası” medyanın da pompalamasıyla yaygınlaştırılmaya çalışılmakta. Fanatik bir tek kişiyi koca bir ülkenin rejimini değiştirecek bir yangının kıvılcımı olarak gören bir bakış açısını en iyi tarif eden tanımlama şüphesiz paranoya!
Bu büyük telaşlı korkunun sebebi ne ola ki? Anlamak için biraz gerilere gitmeli…
“Kadını değiştir, her şey değişsin!” mantığıyla Kemalist reformların merkezinde yer alan kadını, tesettür esaretinden(!) kurtarma çalışmaları din ile mücadelenin bir sembolü olmuştu. Gerçeğin sadece deney ve gözlemle bulunabileceği felsefesine dayanan pozitivist bilim, dinî değerlerin yerine konulmaya çalışılmıştı. Zaman içinde dindar aileler kızlarını okutmaya başlayıp, en kaliteli üniversitelere gönderince Kemalistler büyük bir “hayal kırıklığı” yaşadılar.
Prof. Dr. Nilüfer Göle, Modern Mahrem isimli eserinde bu “hayâl kırıklığı”nın sebebini şöyle açıklar: “Çünkü modern bir eğitim aldıktan sonra halen dini en büyük referans noktası olarak kabul eden başörtülülerin varlığı, geleneksel-modern, ilerici-gerici ve aydın-Müslüman gibi tasniflerindeki geçersizliğin belirtisidir…. Okumuş, aydınlanmış bir kadının örtünmesi, modernizmi ters yüz etmeyi ve modern kadın imajını reddetmeyi netice veren simgesel bir meydan okuma olarak algılanmıştır. Kamusal ve profesyonel çalışma alanlarında yer istedikleri için de, üniversite mezunu meslek sahibi başörtülülerin varlığı kabullenilmek istenmeyip, örtünmeleri ideolojik bir tutum varsayılarak en büyük bir tehlike kabul edilmiştir. Başta üniversiteler olmak üzere tüm eğitim birimlerini modernliğin ve laikliğin kalesi olarak gören bir anlayış açısından yaşanılan durum, şimdiye kadar modernleşme adına elde edilen kazanımlara ciddi bir saldırı olarak düşünülmüştür.”
Hem inancından dolayı başını örtüp, hem de ilim tahsil etme arzusunda olan genç kızlarımız, birilerinin rahatını fena halde bozup, uykularını kaçırmakta. Başörtüsü yasağını, inanç özgürlüğü ve eğitim hakkı açısından değil de hep “siyaset penceresi”nden bakarak değerlendirmeleri bu yüzden…
Oysa ki, birazcık empati kurulabilse, bu acı tablo öylesine güzel bir değişime uğrayacak ki!
“Bu başörtülü genç kız benim kızım, yeğenim de olabilirdi!” demek o kadar mı zor!
İlim mi, siyaset mi?
Osmanlı’da Tanzimat sonrası Batılılaşma hareketleri sadece askerî ve eğitim alanını değil, toplum hayatını da etkiledi. Bir kısım aydınlar Osmanlı toplumunun Batı toplumlarına benzemesi noktasında özellikle kadın üzerinde odaklanması gerektiğine inanıyorlardı. Kadını değiştirince, toplumu değiştirmek daha kolaydı…Kadını esaretten kurtarma, Batılı kadına benzetme çalışmalarında da mesele kadını şekillendiren dinî değerlerde düğümleniyordu. Bu yüzden dinî değerleri tahrip, hep hedefte oldu. Abdullah Cevdet, formülü şöyle özetliyordu: “Kur’ân’ı kapat, kadını aç!”
Pozitivist Osmanlı aydınlarının fikirleri Cumhuriyet ideolojisini de etkiledi. Mustafa Kemal daha 1919’da arkadaşı Müfit Kansu’ya “Tesettür kalkacaktır!” diyordu. Aynı yıllarda Bediüzzaman Hazretlerinin de “Tesettür Risâlesinin esasıdır” diye zikrettiği ilmî düsturları Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de bulunduğu sıralarda (Kasım 1918-Kasım 1922) kaleme alması ilginç bir tevafuktur.
1922’de Ankara’ya gittiğinde gördüğü tabloyu Tabiat Risâlesinde şöyle anlatır: “İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. ‘Eyvah’ dedim, ‘Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!’ Maatteessüf o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu…”
1935’de Tesettür Risâlesi yüzünden Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığında kanunen değil, ama kanaat-i vicdaniyeye dayanarak, on beş talebesiyle birlikte hapsedilir. Savunmasında Tesettür Risâlesinin yazılış gayesinin Batı Medeniyeti ve felsefesi namına, İngilizlerin siyaseten bozgunculuk çıkarma hesabına tesettür âyetine ettikleri itiraza ilmî bir cevap vermek olduğunu defalarca söylese de mahkûmiyet kararı değişmez...
Tesettür âyetini ilmî açıdan yorumlayan bir müfessirin, “Siyaset yapıyor!” diye mahkûm edilmesi ancak bizim ülkemize has uygulamadır!
23.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|