Kişiliğimizin oluşmasında önemli bir rol oynayan ahlâk; tarih boyunca; peygamberlik müessesesi ve felsefenin temel uğraşı olagelmiş. Ve akl-ı selîm, şu hususta ittifak etmiş:
Ahlâkı güzelleştirmenin iksiri dindir, imandır. Çünkü, yüksek ahlâkın imtizâcından yüksek haller çıkar.1 Yüce seciye ve hasletlerin kaynağı Kur’ân ve imân;2 ahlâkı bozan aşırılıkları “vasat”a çeker, “denge”ler.
Mü’minin kişilik, karakter, huy, mizâç ve ahlâkını Kur’ân şekillendirir. Müslümanın anlamı; emin olunan, güvenilen kişi demektir. Güzel ahlâkın bütün unsurlarının; kişilik, huy, mizâcını oluşturduğu Kur’ân’ın hâlis talebesinin temel karakteri şöyle tezahür eder: Kulluk şuuruna varan mü’min, en büyük yaratılmışa da ibâdete tenezzül etmez. Cenneti bile ibâdetine gaye kabul etmeyen azîz bir kul. Mütevâzi, selîm, halîmdir, fakat, Yaratanından başkasına; izni haricinde, kendi isteğiyle tezellüle tenezzül etmez. Aciz ve fakirdir. Fakr ve zaafını bilir. Mâlik-i Kerîmi ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine dayandığı için, gayet güclüdür. Yalnız Allah rızası ve fazîlet için çalışır.3 İffet, hayâ ve izzet sahibi olan Müslüman, başkalarına avuç açmayı şânına yakıştırmaz. Sebepperest değildir. Ama, onların Allah’ın tabiata koyduğu tekvinî kanunlar, fıtrî şeriat olduğunu bilir, riayet eder. Çalışmasını yaptıktan sonra tevekkül eder, kısmetine razı olup kanaat eder.
İmânın özelliği olduğundan doğru, dosdoğru; dürüst ve samimîdir. İslâmiyete bağlı olduğu nisbette gururdan uzaktır.4 Yalanın; küfrün esası, nifakın alâmeti olduğunu bilir; asla tenezzül etmez. Daima teşekkür eden; nimeti hafife alan israftan kaçınan bir muktesittir. Cömert, iyiliksever, diğergamdır ve paylaşmaktan zevk alır. İyilikleri başa kakmaz. Helâl-haramı bilir, gayrın malına göz dikmez. Dünya ve mal sevgisine kalben yer vermez. Fakat, din ve dünya hukuku için hayatını bile fedâ etmekten çekinmeyen cesâret âbidesidir.
Suçlar aleniyete dökülmedikçe daima hüsn-ü zan ile iyi düşünceler besler. Affedici, hoşgörülüdür. Küçük, yaşlı, nazik ve nazenin mahluklara şefkat; büyüklerine hürmet eden; kibirden uzak tevâzu timsâlidir. Her fenâ haslet gibi, riyakârlıktan da nefret eder.
Rûhunda kin ve düşmanlık olmayan hakikî bir Müslüman; hiçbir zaman anarşist/terörist olamaz.5 Gıybeti, “âciz ve korkak insanların kullandıkları alçak bir silâh” görür. Sözlü şiddet olan dedikodu bile yapmaz. Aldanır, fakat aldatmaz. Hileye tenezzül etmez. Alçakgönüllü, mûnis bir dosttur.
Nazarîye/teori seviyesindeki bu bilgi ve hasletler; imânla kafa, gönül, akıl, kalb ve vicdanlarda tesbit edilir; ibâdetlerle pratiğe dökülür. Sevap-günah, emir ve yasak, helâl ve haramlarla teşvik, takviye edilir, pekiştirilirler. Ve mü’minin kişilik, huy, karakter ve mizacını yüksek seviyede oluştururlar.
Mü’minin kişilik yapısının özeti, düşünen, mütefekkir, müdakkik, gözlemci, akıl ve zekâ melekelerini geliştiren; Allah ve kul/insan haklarına saygı gösteren hürriyetçi; âdil, hakperesttir. Dünyayı zikirhâne, kâinatı kitap görür.
İşte, bir mü’min içtimâî-siyasî, sosyal hayata veya bir cemaate “halim, selim, mütevazi olarak ve herhangi bir beklenti içine girmeksizin” Allah rızası için dahil olur. Veya, bu hasletleri edinmeye çalışır.
Acaba davranış, fiil ve hareketlerimizin kaynağı nedir? Bu psikolojik boyutu da gelecek alt başlıkta değerlendirelim.
Dipnotlar:
1-İşârâtü’l-İ’câz, s. 162; 2-Tarihçe-i Hayat, s. 198; 3-Sözler, s. 122; 4-Sünûhat, s. 37; 5-Mesnevî-i Nûriye, s. 6
22.09.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|