İslâm’ın köprüsü: Zekât
İslâm’da üç türlü ibadet şekli vardır. İslâm’ın beş şartı bu üç şekilde icrâ edilir.
Bedenî ibadetler: Namaz ve oruç.
Mâlî ibadetler: Zekât.
Hem bedenî ve hem de mâlî ibadetler: Hac ibadeti gibi.
Mâlî ibadetlerden olan zekât, muhkem bir farzdır. Terki caiz değildir. İnkârı küfrü gerektirir.
Hicretin ikinci yılında farz kılınan zekâtın farziyeti kitap, sünnet ve icma’ ile sabittir.
Kur’ân-ı Kerim’de bazı ibadetler ve salih ameller, ehemmiyetine binâen, aynı âyetlerde peş peşe zikredilmişlerdir. Meselâ namaz, zekât ile beraber zikredilmiştir:
“Onlar, namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden zekâtını verenlerdir.”1
Sebebi; namaz, hadiste ifade edildiği gibi “dinin direğidir.”2 Zekât da İslâm’ın köprüsüdür.3
Kur’ân-ı Kerim’de on sekiz yerde namaz ile zekât aynı âyette zikredilmiştir. Demek ki; birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden iki İlâhî esastırlar. Bunun için birbirleriyle bağlanmıştır.
“Yardım vasıtası zekâttır. İnsanların heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden köprü, zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilâflardan meydana gelen felâketlerin tiryakı, ilâcı, muavenettir.
“Evet, zekâtın vücubu ile ribanın (faizin) hurmetinde (haramlığında) büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
“Evet, eğer tarihi bir nazarla sahife-i aleme bakacak olursan ve o sayfayı lekelendiren beşerin mesavisine, hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
“Birisi: ‘Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!’
“İkincisi: ‘Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.’
“Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır.
“Nev-î beşeri umumî felâketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır (faizin haram kılınmasıdır.)”4
Zekât kendisine farz kılındığı kalde zekâtını vermeyen kimse bunu kendisi için bir kazanç olarak değerlendirmemelidir. Çünkü Cenâb-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır.”5
Akıllı olan, servetini Allah yolunda harcayarak mesuliyetten kendini kurtaran kimsedir. Gafil olan da, mesuliyetini idrak edemeyerek dünyasını ve ahiretini perişan edendir. Biriktirdiği ve zekâtını vermediği bu mallar kıyamet gününde başının belâsı olacaktır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: ‘İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!’”6
Sahabe-i Kiram zamanında çok zengin bir zat vefat etmişti. Defnedilmek üzere kabir kazılır, fakat kabirden bir yılan çıkar. Durumu İbni Abbas’a haber verirler. Başka bir kabir kazılmasını söyler. Oradan da yılan çıkınca daha başka bir kabir kazılmasını söyler. Oradan da yılan çıkınca, İbni Abbas: “Bu adam hayatta ne iş yapardı?” diye sorar. “Çok zengindi, fakat malının zekâtını vermezdi” derler. Bunun üzerine İbni Abbas (r.a.) şu hadis-i şerifi nakleder: “Kim ki, Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını vermezse, kıyâmet gününde zekâtı verilmeyen mal, sâhibi için zehirli erkek bir yılan sûretine konulur. Bunun iki gözü üstünde (nişâne-i vahşet olarak) iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyâmet gününde mal sâhibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sâhibinin çenesini iki tarafından yakalar. Sonra: ‘Ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malınım, ben senin hazînenim!’ der. (Yine Ebû Hüreyre demiştir ki:) Bundan sonra Resûl-i Ekrem, şu meâldeki âyet-i kerîmeyi okudu: ‘Sevgili habîbim! Allah’ın hazîne-i kereminden kendilerine ihsan buyurulan servetle düşkünlere muâvenetten kaçan bahiller zannetmesinler ki, bu hareketleri kendileri için hayırdır. Belki en büyük bir şerdir, (bir vebaldir). Yarın mahşerde bunların bu servetleri boyunlarına lâle gibi takılarak teşhîr edilirler).”7
Zekât senesi dolduğu zaman geciktirilmeksizin verilmelidir.
Zekât vermenin bir çok maddî ve manevî faydaları vardır. Peygamberimiz (asm) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Mallarınızı, zekâtını vererek koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Bütün musibetler için Cenâb-ı Hakk’a duâya hazırlanınız.”8
Bu hadisi Hz. Peygamber’den işiten bir Hıristiyan, denemek için malının zekâtını vermiştir. O sırada, ticaret maksadıyla Mısır’a mal götürmekte olan ortağı yolda bulunuyordu. Şöyle düşündü: “Şayet Muhammed’in sözü doğru ise, ortağımdaki mallarım korunmuş olacaktır. Ben de o zaman iman ederim. Şayet bir şey olur, çalınırsa, o zaman da yalanı meydana çıkmış olacaktır, ben de karşısına çıkar dövüşürüm!” der.
Bir süre sonra kafileden, hırsızlar tarafından her şeyin soyulduğu haberi geldi. Hıristiyan bu haberden çok üzülmüştü ve korktu. Fakat aradan çok geçmeden, ortağından aldığı bir haberle kafilenin arkasında bulunması dolayısıyla, hırsızların kendisini görememiş, bu itibarla da mallarının soyulmamış olduğunu öğrendi.
Bunun üzerine, “Muhammed doğru söylüyormuş” diyerek, huzur-u saadete gelerek Müslüman oldu.9
Mü’min, kendisini zekât vermekten alıkoyan “Fakir düşersin, çoluk ve çocuğun perişan olur, seninle mi kazandılar, sen gece gündüz çalışıyorsun, onlar için mi biriktirdin?” gibi çeşitli vesveselere aldırmamalıdır. Çünkü bu hissi verenin şeytan olduğunu Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle haber veriyor:
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaad eder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.”10
Zekât aynı zamanda kötü huylardan olan cimrilikten kurtarır. Çünkü Kur’ân’da şöyle buyrulmuştur:
“Kim ki nefsinin cimriliğinden korunursa, işte kurtuluşa erenler ancak bunlardır.”11
Zekât aynı zamanda verilen nimetlere şükürdür. Cenâb-ı Hak, kullarının bedenlerinde ve mallarında olmak üzere iki nimet vermiştir. Bedenî ibadetler, beden nimetinin şükrünü; mâlî ibadetler ise, mal nimetinin şükrünü ifa içindir.
Dipnotlar:
1- Enfâl Sûresi, 8/3.
2- Mutlu, Döğen, Hatip, A.g.e. c. 2, s. 533.
3- Terğib ve’t-Terhib, c.1, s. 517.
4- Nursî, Said; İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-1994. s. 49.
5- Al-i İmrân Sûresi: 3/180.
6- Tevbe Sûresi: 9/34,35.
7- Neseî, Çağrı Yayınları, İstanbul-1982. c.5, s.38.
8- Mutlu, Döğen, Hatip, A.g.e. c.2, s. 308.
9- Çörüş, Mehmed Şakir; İrşâdü’l-Gâfilîn, Seha Yayınları, İstanbul-1966, s. 97.
10- Bakara Sûresi: 2/268.
11- Haşr Sûresi: 59/9.
|