İsminiz, makamınız, mevkiniz, adınızın önündeki öbek öbek sözcükler ne olursa olsun, hepinize birden “yasakçı” diyoruz.
Bu hem bizi her defasında aynı kelime yığınlarını telaffuz etmekten kurtarıp zaman kazandırıyor, hem de sizi ortak bir paydaya topluyoruz. Böylece ne kimilerinizi hariç tutuyor, ne de sizden olmayanları sizden gibi göstermiş oluyoruz.
Kabul etmek lâzım ki, yasaklar konusunda her gün yeni bir argüman geliştirerek, her gün bir bahane uydurarak, her gün yeni bir tez hazırlayarak, size bulduğumuz bu sıfatı fazlasıyla hak ediyorsunuz. Bu performansınızdan dolayı sizi avuçlarımız acıyana kadar alkışlayabiliriz.
Evet, biz alkışlarız alkışlamasına da, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum, kendinizi bu kadar yormaya, bu kadar kasmaya ne gerek var?
Öyle ya, güçlü argümanlarınız vardı, yasakçılığınıza dair. “Siyasî simge” dediniz, “annelerimizin başörtüsü değil, türbana karşıyız” dediniz, “laiklik” dediniz, “ilkeler” dediniz, “cumhuriyetin kazanımları” dediniz, “aslında farz filan da değil” dediniz.
Üstelik hiçbir şey demeniz de gerekmiyordu. “Yasak, işte o kadar” diye kestirip atabilirdiniz. Zira böyle bir şey söylediğinizde bu sözünüz “kesin hüküm” halini alır ve boynumuz kıldan ince olurdu.
Nedense bu güçlü(!) tezlerinizi terk edip, yeni iddialarla ortaya çıkmanız beni hayal kırıklığına uğrattı. En azından laikliği tartışamıyorduk. “Sus densiz, tanımlayıp da başımıza iş açma”yı diplomatik bir dille söyleyerek sözümüzü kesiyordunuz. “İlke” deyince, “devrimler”, “cumhuriyetin kazanımları” deyince akan sular duruyordu. “Annelerimizin başörtüsü” dediğinizde ise, o bisküvi reklamındaki gibi koşup annemize sarılasımız geliyordu.
Oysa şimdi “mahalle baskısı”nı çıkardınız, son baskı olarak. Bir de“yargının yasakları, yasayla yasal haline getirilemez” iddiasıyla, AİHM kararını.
Doğrusu size yakıştıramadık. Şimdi mahalle laiklik gibi değil ki, tanımını yapamayalım... İlke ve devrimler gibi değil ki, tartışmayalım. Anne gibi kutsal saymıyoruz ki, toz kondurmayalım. Mahalle kavramına karşı hiçbir aidiyet hissetmiyoruz. Bizim için ara sıra muhtarına uğrayıp ikametgah aldığımız bir idarî birim sadece. Hayır hayır, “İkinci Bahar” dizisindeki gibi mahalleler kalmadı artık. Onlar sadece dizilerde. Zaten o dizide de biri başını örttü diye kimse örtünmeye kalkmazdı.
Hele o “yargının yasakladıkları, yasayla ve anayasayla yasal hale getirilmemeli” tekerleme gibi iddiası ne oluyor? Yargının yasak koyamayacağını, yasakların ancak kanunla koyulacağını o kadar unutmuşsunuz ki, yasağın yasal dayanağı olmadığını, yargı tarafından konulduğunu itiraf ettiğinizi fark etmiyorsunuz bile. Gerçi bu sizin söylediğinizi bir hukuk öğrencisi sınav kâğıdına yazsa, hep hukuk öğrencisi olarak kalırdı, ama olsun, siz söyleyince pek bir hukukî oluyor.
Tamam, AİHM kararını referans almanız bir derece olsun bu performans düşüklüğünüzü affettiriyor. Her ne kadar “Madem AİHM uygun buldu, o halde yasak kaldırılamaz” tezi zayıf yanınız olsa da, “Ama AİHM yüzde 10 barajını da uygun bulmuştu, niye öyleyse onu seçimden önce bu kadar tartıştık?” sorusuna tatmin edici bir cevap verememiş olsanız da, mühim değil, her soruya da cevap yetiştirmek zorunda değilsiniz.
Hem siz rahat olun. Mevcut argümanlar bir süre daha gider. Gitmezse hakaret de edebilirsiniz. Nasıl olsa size cevap veremeyiz. Sizin için hiçbir anlam ifade etmeyen, “Yok canım, Türkiye’de düşünce özgürlüğünün kralı var” dedirten yasaklar, sadece bize işliyor. Ne yaparsak yapalım, halkımızı kin ve düşmanlığı tahrik etmekten, hem de açıkça tahrik etmekten ve kanunda sayılı mercileri tahkir ve tezyif etmekten kendimizi alamıyoruz.
Ha, neredeyse unutuyordum, bir de “yaşam tarzına müdahale” vardı. Sanırım ne kadar komik olduğunu fark edip terk ettiniz bu tezinizi. Zira şöyle bir diyalog geçiyordu, seçimden önce: “Yaşam tarzına müdahele var veya yok, önemli değil, önemli olan algılar. Siyaset algılar üzerine yapılır.” Psikoloji dersinde öğretirlerdi, “algıda seçicilik” diye bir konuyu. Kendi kendinize muhtemel şöyle söylendiniz: Ne? Seçim mi? Algıda da mı?
Biliyorum, bu yazıyı okuyacak kadar vaktiniz yok. Yeni tezler, argümanlar, iddialar için çalışıyorsunuz. Ama siz beni dinleyin, artık yeni bir şeyler uydurmayın. “Keyfimin kâhyası mısınız?” deyin, en azından dürüstlüğünüzle puan toplarsınız.
24.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|