Son ihtilâl anayasasını halka kabul ettirmenin üzerinden 25 sene geçti.
7 Kasım 1982'de referanduma sunulan "82 Anayasası", baskı, korku ve yapılan tek taraflı propaganda bombardımanı sayesinde, halkın yüzde 92'sine kabul ettirildi.
Biz, o gün bu dayatmaya karşı geldik ve red oyu verdik. Yani, o yüzde 8'in içinde yer aldık.
Tabiî, şiddetli baskı, tahkir, tezyif görmek pahasına, gazete ve dergilerimizin kapanması pahasına...
Öyle ki, kimi dostlarımız dahi bizi "Anarşistlerle aynı safta yer aldınız" diye itham etmekten çekinmiyordu.
O dostlara göre, bu anayasa bir önceki (1960) ihtilâl anayasasına göre çok daha güzeldi, hatta mükemmeldi ve memleket bu anayasa ile "bal gibi" idare edilebilirdi.
İşte, o dostlarımız, o günlerde adeta birer "Evren ve anayasa meddahı" kesilmişler, her tarafta lehte propaganda yapmak, hatta duâ etmekle iştigal ediyorlardı.
Evet, 25 sene evvelki durum, maalesef böyleydi.
12 Eylül İhtilâli ile 82 Anayasasının aramıza duvar ördüğü o günkü dostlarımız, artık bizi hiç duymaz ve anlamaz hale gelmişlerdi; tabiî, biz de onları tanıyamaz hale gelmiştik.
Hey gidinin referandumu
Hey gidi günler hey...
Hey gidi devran hey...
25 sene evvelki anayasa meddahlarının çoğu, vaktiyle dostlarını dahi kırarcasına methettiği o aynı anayasayı bugün yerden yere vuruyor. Hatta haykırıyor: "Beyler! Bize yeni ve sivil bir anayasa lâzım. 82 Anayasası ile Türkiye yol alamaz... Bu kesin... Buna inanın..." diyor.
Diyor da diyor. İyi...
Daha başka şeyler diyenler de var. Yeni anayasa çalışmalarını savunmak adına, eskisini adeta yerin dibine batırırcasına serd–i kelâm edenler bile var.
Üstelik, mevcudu da öyle az–buz falan değil. Bunların yekûnu, son seçimlerde iktidar partisine oy verenlerden az değil, hatta fazladır.
İyi de, bu büyük kitlenin 45 yaşından büyük olanları 7 Kasım 1982'de neredeydi? Ne yapıyordu? İhtilâl anayasası hakkında neler diyor, neler yazıyordu?
Bir kısmını şahsen, ismen, cismen tanıyoruz. Söyledikleri hafızamızda, yazdıkları da arşivimizde aynen duruyor.
Bize akıl verenlerin, bize sataşanların, hatta çok ağır hakaret ve ithamlarda bulunanların haddi hesabı yoktu.
Ama, utandırmamak ve "kişinin hatasını yüzüne vurmamak" adına, bunları açmıyoruz, açıklamıyoruz. Yani, meseleyi şahsiyete dökmüyoruz. Zaten, meselemiz şahıslarla değil.
Ne var ki, o tarihte yaşanan durum–vaziyfet, şahıslarla sınırlı değildir. Kimi cemaat ve gruplar da işin içine girmişlerdi.
Çoğunu yakînen tanıdığımız bu şahıs ve gruplar, o zaman bizi ziyadesiyle üzmüşlerdi. Şimdi ise, nisbeten sevindiriyorlar: Bizim 25 sene evvel söylediğimizi kısmen de olsa bugün seslendirdikleri veya savundukları için...
Ne yapalım ki, kaderimizde bu da var: Hakta sebat ettiğimiz ve Hakk'ın hatırını esas aldığımız için, bâzan böyle azınlığa düşüyor ve çok büyük sıkıntılara mâruz kalıyoruz. Sonra da zaman bizi haklı çıkarıyor.
Yakın zamanda yaşanan ve kimi dostlarca hiç beğenilmeyen farklı tavrımızın doğruluğu, bakalım kaç sene sonra anlaşılacak.
Ve, bizi bugün yine tefe koyan kimi siyaset meddahları, bakalım kaç sene sonra dönüp yine kendi kendilerini tekzibe yönelecek.
GÜNÜN TARİHİ 26 Eylül 1669
Girit'in fethine 160 bin şehit
Girit adası, yıllardır sürüp giden çetin mücadelelerin ardından, nihayet Osmanlıların hakimiyeti altına girdi.
Girit adası üzerinde yaklaşık 24 yıldır Osmanlı–Venedik çekişmesi devam ediyordu.
1669 yılı Eylül ayı başlarında, adadaki bütün kalelerin düşmesiyle birlikte, yaşanan savaş hali de sona ermiş oldu.
Adanın tamamiyle teslim alınması ise, 26 Eylül günü tahakkuk etti. Böylelikle, Venediklilerin asırlardır devam eden Girit üzerindeki hakimiyetleri son buldu.
Tarih kaynaklarında, 22 yıllık uzun zaman zarfında (1645–67) 130 bin kadar Osmanlı askerinin şehit olduğu, iki yıldan fazla süren son kuşatma esnasında (1667–69) ise, en az 30 bin askerin daha şehit düştüğü kaydediliyor.
Girit'in fethini tamamlayan şahsiyet, altı yıl önce Uyvar'ı (Avusturya) da fetheden Sadrâzam Fazıl Ahmed Paşadır.
Bu büyük fetih hadisesini ehemmiyetli kılan bazı hususları şöylece sıralamak mümkün:
1) Girit, Kıbrıs'tan sonra Akdeniz (Ege) üzerindeki en büyük ve en stratejik adadır.
2) Tarih boyunca, Kıbrıs ile Girit benzer, yahut müşterek bir kaderi paylaşmışlardır. Birine sahip olan diğerine yönelmiş; birini kaybeden, yine diğerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmıştır.
3) Girit, Osmanlı'nın en son fethettiği ve yine en son kaybettiği "büyük ada" hüviyetini taşıyor.
Girit'te yaklaşık 250 sene devam eden Osmanlı hakimiyeti, Kıbrıs'tan 10 yıl kadar sonra, yani 1897'de sona erdi.
Ada hakimiyeti, yine Kıbrıs'ta olduğu gibi önce İngiltere'nin, ardından Yunanistan'ın eline geçti.
Bir zamanlar 200 bin kadar Müslüman'ın yaşadığı Girit, bugün çok farklı bir demografik özelliğe sahip.
26.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|