Kimileri cemaatleşmeyi, “Müslümanların bölünmesi” tevehhüm ederek karşı çıkar. Oysa, sosyal hayatın zarûrî ve tabiî bir sonucu olan cemaatleşme, iş bölümüdür, mesailerin tanzimidir. Her grup ve cemaat, İslâmın bir hakikatini öne çıkararak o noktaya hizmet eder.
Cemaat aynı zamanda, “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da biribirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık”1 âyetinin yansımasıdır. İtiraz eden; âyetin hakikatini anlamamış ve sosyal hayatın fıtrî akışına karşı geliyor demektir. Veya, mensup olduğu grup, dernek, zümre taassubuyla hareket ediyordur!
Cemaate/gruba karşı gelmek, statükocu, müstebit sistemin tek tip, tek düşünce zihniyetinin beklentisidir. Duygu ve düşünce ve kişiliklerimiz farklı olduğuna göre; meslek ve meşreplerimiz de (yapılarımız) farklı. Bu farklılıklar; gruplara/cemaatlere de yansır. Farklılıklar; iş-güç, fikir birliğine engel olmadığı gibi; çatışma sebebi de değildir. Gruplaşma/cemaatleşme değil; ancak “grupçuluk-cemaatçilik” tehlikeli ve zararlıdır.
Halbuki, cemaatte meşveret ruhu hâkim olsa, hata etse de bir sevap alır. Ayrıca; grup/cemaat bir kusur işlese; fert bin kusur işler.
Öte yandan; “Gruplaşmak iyi değil!” diyenler de farkına varmadan “İyi değil diyenler grubu”nu oluşturmuyor mu? İyi olmayan gruplaşma değil; bunun sosyal hayatın tabiî, fıtrî bir neticesi olduğunu kabul etmemekir. Ve tarafgirlik yapmak; yekdiğerine haset, kin ve düşmanlık beslemektir.
Unutulan nokta, çirkin hasletler; grupsuz da tezâhür edebilir! Hatta, cemaat, bir yerde olumsuz hasletleri törpüler, olumluya kanalize eder. Aslında bölünme gibi zararlı durumlar, cemaatten değil; ihlâs, samimiyet, uhuvvet, fazîletsizlikten ortaya çıkar. Ayrıca zarar, “Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider”2 hakikatini anlamamaktan gelir.
Ehl-i imanın, zillet içinde esâret altına girmemesi ve zalimlerin kendilerinin ihtilâflarından istifade etmemesi için, “Mü’minler ancak kardeştirler”3 hakikatinin kudsî kalesine sığınmalı. Aksi halde fert, ne hayatını muhafaza ve ne de hukukunu müdafaa edebilir. Zira, ihtiraslardan ve düşmanca tarafgirliklerden, kuvvetimiz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebiliriz.4
Kabul etmeliyiz ki:
Ferdler, hatadan uzak olmadıkları gibi; ferdlerden müteşekkil grup ve cemaatler de hatâ yapabilir. Bunlara bakıp cemaatleşme ve gruplaşmayı reddetmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Değerlendirmede ölçümüz şu olmalı:
Bir şey ne bütün bütün iyi, güzel ve mükemmel; ne de tamamen kötü, çirkin veya yanlıştır. Eğer güzellikleri, iyilikleri, kötülüklerinden, çirkinliklerinden fazla ise o iyidir. Zîrâ, eşyada kusursuz ve her ciheti hayırlı şeyler, meşrepler, meslekler az bulunur. Her halükârda bazı kusurlar ve sûistimaller kaçınılmazdır. Çünkü ehil olmayanlar bir işe girseler, elbette sûiistimal ederler. Fakat Cenâb-ı Hak, âhirette amelleri muhasebe düsturuyla, Rabbânî, İlâhî adaletini, hasenat (sevap, güzel işler) ve seyyiâtın (günah, kötü, çirkin fiiller) muvazenesiyle gösteriyor. Yani, hasenat üstün ve ağır gelse mükâfatlandırır, kabul eder; seyyiat üstün gelse cezalandırır, reddeder.5
Dipnotlar: 1-Kur’ân, Hucurât, 13.; 2-Kur’ân, Enfâl, 46.; 3-Agk, Hucurat, 10.; 4-Mektûbât, s. 261.; 5-Mektûbât, s. 430.
26.09.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|