Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında tanklı- toplu askerî törenlerden vazgeçilmesi gerektiğini ilk telâffuz eden isim, Genelkurmay eski Başkanlarından Doğan Güreş’ti. Ama olmadı.
Ardından, dokuz yıl önce, Cumhuriyetin 75. kuruluş yıldönümünün devlet-halk kaynaşmasını sağlama vesilesi olarak değerlendirilmesi için, hazırlıkları önceden başlatılan bir proje uygulamaya konuldu. Yine maksat hâsıl olmadı.
Bunda, projeyi hazırlayan ekibin meseleyi temelinden kavrayacak ve dışlanan geniş kesimleri kucaklayacak bir vizyona sahip olmayışı yanında, o dönemde 28 Şubat krizinin had safhaya çıkmış olmasının da önemli payı vardı.
Sonuçta “sivil kutlama” adı altında gerçekleştirilen etkinlikler, sponsorların desteğiyle organize edilen pop konserlerinin ötesine gidemedi. Bir-iki sene sonra bunların da arkası kesildi.
Ve yeniden eski rutin uygulamaya dönüldü.
Oysa, cumhuriyet kutlamalarını canlandırmak hiç de zor değil. 84 yıldır devlet adına yapılan onca yanlışa rağmen, halk, cumhuriyeti özünde taşıdığı anlamla özümsemiş durumda.
Bediüzzaman’ın 1935’te haksız suçlamalarla çıkarıldığı Eskişehir mahkemesindeki müdafaasında dile getirdiği “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim” mesajının kitlelere mal olmuş olması, bunda son derece önemli bir role sahip.
Ama problem, bu açık gerçeğe rağmen “cumhur”u, yani halkı tehdit ve tehlike olarak görmeye devam eden o tuhaf zihniyetin devletteki etkinliğini hâlâ sürdürmesinden kaynaklanıyor.
Gerçi herşeye rağmen demokraside kaydettiğimiz kısmî ilerleme ve özellikle AB sürecinin getirdiği kazanımlar bu etkinliği nisbeten zayıflatmış gibi görünse dahi, derinlerdeki çekirdeğin hâlâ direndiği görülüyor.
Onun için, Türkiye’nin en önemli ve öncelikli meselesi, demokratikleşme sürecini ara vermeden devam ettirip, başka hiçbir konunun bunu geri plana itmesine müsaade etmemek olmalı.
Ama bu açıdan baktığımızda, ne yazık ki, karşımızda hiç de iç açıcı bir tablo göremiyoruz.
Son günlerin havası meydanda. Döndük, dolaştık, yine terör gündemine kilitlendik. Artık yeni bir anayasayı değil, savaş tezkeresinin ne zaman ve nasıl uygulamaya konulacağını konuşuyoruz. Şehit haberleri nisbeten azaldı, onun yerini “Bugün şu kadar terörist köşeye sıkıştırıldı, şu kadarı da öldürüldü” haberleri aldı.
Uzun bir aradan sonra yeniden savaş ve ölüm kokmaya başlayan hava, cumhuriyet kutlamalarına da siniyor. Teröre karşı oluşan haklı infiali başka hesaplar için kullanma tezgâhında bu kutlamalar da istismar edilmeye çalışılıyor.
Pek çok provokasyonu içinde barındıran bu karanlık tezgâhı bozmanın yolu ise, yine demokrasiye sahip çıkmaktan ve hayli zamandır ara verilen demokratikleşme sürecini tekrar hızlandırmaktan geçiyor. Cumhuriyetin gerçek anlamını bulması da bunun başarılmasına bağlı.
1923’ten bugüne yaşanan süreç, bize, demokratikleşmenin önünü kesen en tehlikeli silâh olarak hep terörün kullanıldığını gösteriyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki silâhlı isyanlardan, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’e kadar...
Demokrasisiz cumhuriyetin istibdad-ı mutlaktan başka bir sonuç vermediğini görüp, demokrasimizi aynı tuzağa bir daha düşürmeyelim...
30.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|