Olaylar Türkiye’yi büyümeye zorluyor, belki de şerden çıkacak hayır budur. PKK ve Barzani ve Talabani gibi liderler de bunun çekicisi oluyorlar. Tabiî ki bilmeden. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’nin askerî hareketliliği ve çapının belirsizliği karşı tarafta panik meydana getirmiştir. Hatta onları tahrik etmiş de olabilir. Karşı tedbirleri bunu gösteriyor. Lâkin Barzani ve Talabani de tutarsızlıkları ve bu sebeple güven vermeyişleriyle de belâyı üzerlerine dâvet ediyorlar. Özellikle de Barzani, PKK’nın mantığına teslim olmuş ve onun diliyle konuşuyor görünmektedir.
27 Ekim 2007 tarihinde 22:00 ile 22:30 suları arasında Irak’ta yayın yapan Şarkiye Kanalı’nın konukları arasındaydım. Bir de Barzani partisini temsil eden bir konuk vardı. Konuşma üslûbu gayet tutarsızdı. Hem Türkiye’nin medenî bir dili benimsemesini istiyor, hem de eşkiyalardan dem vuruyordu. PKK mı silâh bırakarak medenî bir dil benimsemeliydi, yoksa savunma pozisyonunda olan Türkiye mi silâh bırakmalı ve medenî bir üslûp geliştirmeliydi? Bunu sorduğumda tabiî ki yalpaladı. Kendisine de üslûbunun tutarsız olduğunu söyledim. Ortada bir onun da dediği gibi dağlarda gizlenmiş eşkiya çeteleri varsa onlarla edebî veya medenî dille konuşulabilir mi?
Bununla birlikte son sıralarda Türkiye’de görülen kitle tepkileri ve mobilizasyonu çok abartılı. Hem gereksiz, hem de zararlı. Bunu yapanlar reflekslerini kontrol etmeliler. Irak’taki muhatabım PKK’nın dağlara sığındığını ve onları oradan 50 yıl dahi olsa söküp atmanın mümkün olmadığını söyledikten sonra sohbetin sonuna doğru aynen Barzani yönetimi gibi ‘Gelip arayabilirsiniz, buralarda öyle birileri yok’ dedi. Bu Mevlânâ’nın hikâyelerinde olduğu gibi Allah’ı inkâr ederek kendisi inkâr eden adamın haline ve hikâyesine benzer. Bir şeyler yapmak istiyorlar, ama ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Sözgelimi, Kandil Dağlarında PKK rehberi olduğu anlaşılan Bozan Tekin: “İskender’den beri bu bölgeler kimsenin kontrolüne girmemiştir” diyor. Osmanlı eşkiyası gibi ‘Ferman padişahınsa dağlar bizimdir’ diyor. Aynı şeyleri Irak’taki muhatabım da dedi ve siyasî temsilcileri Barzani ve Talabani de diyor. Öbür taraftan da kimseyi teslim etmeyeceklerini söylüyorlar. Bütün bu ifadeler birbiriyle çelişiyor.
***
Lojistik destek olmasa PKK’nın Kandil Dağında barınması mümkün değil. Bunu da onlara temin edenler yerel Kürt partileri. Ben de Iraklı muhatabıma şunları söyledim: “Haşhaşiler de Alamut Kalesinde müstahkem kalelere sığınmışlardı, ama Moğollar gelip onları tarihin çöplüğüne süpürüp gittiler...” Barzani gibiler Türkiye’nin silâhlı mukabelesinin netice vermeyeceğini ve bundan dolayı pazarlık için masaya oturulmasını istiyorlar. Barzani önce PKK ile Türkiye’yi masaya dâvet ederken sonra ortaya kendi ismini atmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. Türkiye açısından askerî çözüm, çözüm değilse onlara göre silâhlı isyan bir çözüm müdür? Burada yine bir çelişkileri var. Galiba onlar da bunu anlamak istemiyorlar. Bilindiği gibi PKK geçmişte Bekaa Vadisinde üsleniyordu. Suriye kendisini terk edince Irak dağlarına kaçtılar. Irak dağlarında da bir hami bulamazlarsa aynen durumları Bekaa Vadisindeki gibi olacaktır. Bundan dolayı, Türkiye, Kuzey Irak üzerine askerî baskı yapıyor. Kendileri Türkiye’nin askerî mantığına teslim olmazken Türkiye’nin örgüt askerî mantığına teslim olmasını istiyorlar. Bunlar gerçekten de çocuksu şeyler. Belki de utanılacak şeyler. Barzani’nin dilinin kemiğinin olmadığı anlaşılıyor. Son olarak da 50 milyon Kürt’ten bahsetmiş ve bunları da PKK saflarına katmış. Öyleyse kendisi niye PKK’ya biat etmiyor? Anlaşılan ırkçılık gözlerini kör etmiş. Bunun kompleksiyle ne konuştuğunu dahi bilmiyor. Dolayısıyla PKK ile Barzani’nin üslûbu arasında hiç fark kalmamış. Bu da isimlerini referans olarak vermekten hiç hazzetmeyeceğim Michael Rubin veya Ertuğrul Özkök’ün Barzani ile ilgili sözlerine hak verdirir nitelikte.
***
Barzani son konuşmasıyla da PKK ile aynı safta olduğunu ispat ettiği gibi aynı üslûbu ve söylemi paylaştığını da göstermiştir. Dolayısıyla kendisini muhatap gösterse de konuşma ve davranışlarıyla muhatap alınmasını imkânsız kılıyor. Öyleyse Kürtlerin artık Batı ile uyumlu değil, Batı’nın maşası değil, komşularıyla ve İslâm dünyasıyla uyumlu liderler çıkarmasının vakti gelmiştir. O potansiyel isimler de zaten bu partilerin baskısı ve cenderesi altında bulunuyorlar. Kürtlerin de, kimliklerinin ve coğrafyanın üzerlerine yükledikleri bu görevden kaçma lüksleri yok ve kaderleri budur. Kimse kaderinden kaçamaz.
30.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|