Mutluluk veya mutsuzluk, soyut kavramlar olduğu için, onları gözle görülür bir şekilde tarif edip, “Bak işte ben mutluyum” veya “İşte görüyorsunuz ne kadar mutsuzum” deme imkânı yoktur. Mutluluk veya mutsuzluk, ancak hissedilen ve yaşanan bir haldir. Mutluluğu kısaca “Hayattan lezzet almak” diye tarif etmek mümkündür. Hayatın akışına, ruhun moral ve motivasyon değerine göre de bu lezzetin derecesi değişir.
Hayat akan bir su gibidir. Hayat ırmağı ne kadar saf ve temiz olarak akarsa, bu ırmaktan beslenen insan da o kadar mutlu olur. Ama bu su, her zaman berrak olarak akmaz. Kaynağından çıktığında temiz ve durudur ama, aktıkça dışardan karışan atıklar hayat ırmağını kirletebilir. Veya, yağmur sularının getirdiği molozlar de temiz suları bulandırabilir.
İnsanın mutluluğu da, hayatına karışan atıkların ve molozların miktarına göre değişir. Dikkat ederseniz, en mutlu insanlar çocuklardır. Çünkü onlar hayatın kaynağına daha yakındır. Suları henüz kirlenmemiştir. Gençlik çağına adım atınca onların da hayat ırmakları bulanmaya, gönül denizleri dalgalanmaya başlar. Bir çok genç, mutsuzdur. “Neden?” diye sorduğunuzda size bir çok gerekçe sayarlar. Halbu ki bunların bir çoğu mutluluğa engel olacak ciddî sebepler değildir ama onların bakış açısı, hayat algılaması öyle göstermektedir.
Peki, insanlar yaşlandıkça daha mı mutsuz olurlar? Hayır, öyle bir yaklaşım, hem insana, hem de hayatı veren Rabbimize karşı bir haksızlık olur. Evet sular aktıkça kirlenme riski artar ama, insanda bir de akıl, kalp, iz’an ve idrak gibi arıtma cihazları vardır. Kalpte iman filitresi, akılda idrak süzgeci, gönülde sevgi ilacı istimal edilirse, hayat ırmağının her zaman temiz akması sağlanabilir. Yaş ilerledikçe bu cihazlar da gelişir ve olgunlaşır. İşte insan da o zaman mutlu olarak bu sularda huzur içinde seyreder.
Şimdi soruları biraz daha kendime yönelterek cevap arayacak olursam, her zaman mutlu olabildiğimi söyleyemem. Bazen hayatıma karışan nefis ve şeytanın hain kepçeleri, bazen günahlarımın kirli atıkları, bazen dış etkenlerin akıl ve mantık süzgecini devre dışı bırakması, bazen de gönül denizinin dalgalanması sonucu sular bulanıyor. Kendimi mutsuz hissetmeye başlıyorum. Ama arıtma cihazlarımı devreye sokunca, çok mutlu oluyorum.
Öyle ya, Cenâb-ı Hak beni mahlûkatın en şereflisi olan insan olarak yaratmış. Bu şerefe sahip olmak bile, mutlu olmak için tek başına yeterli bir sebeptir. Rabbim beni bir böcek, bir yılan, bir tutam ot veya bir taş parçası olarak da yaratabilirdi. Ama insan sıfatını bana lâyık görmüş, onun için şükreder ve mutlu olurum. Sonra, akıl gibi bir nimet vermiş. Onunla hayatın güzelliklerini fark etmemi sağlamış. İşte bir mutluluk sebebi daha. Midem için çeşitli tad ve lezzette gıdalar, ciğerlerim için tertemiz oksijen, gözüm için harika manzaralar, kulağım için güzel sesler yaratmış. Ve daha nice güzellikler vermiş. “Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?” hitabı karşısında başım öne eğiliyor, şükran ve minnettarlığım artıyor.
İnsan, hayata ve kâinata bu gözle baktığı zaman, mutlu olmaması için bir sebep bulamaz. Ama günlük hayatta karşılaştığımız zorluklar, acı ve elemler bazen bu mutluluğuma gölge düşürebilir. Onları da “Bu da geçer yahu” diyerek savuşturmaya çalışmalıyız. İnsan sabır ve şükür zırhı ile her türlü sıkıntıların saldırılarından kurtulabilir.
Mutlu olmanın en güzel formülünü de Bediüzzaman Hazretleri, insanlığa takdim etmiştir: “Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve ferâizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”
30.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|