Evet dostlar, lütfen acele edelim. Vaktimiz çok az, zaman kısa, yol uzun. Bu kadar zamanda bu kadar işleri yapmak için bir saniye bile durmaya hakkımız yok.
Yoksa kendimizi ölümsüz bilip, lüzumlu işleri de lüzumsuz mu görüyoruz? Halbu ki geriye doğru şöyle bir baktığımızda, “Zaman ne çabuk geçiyor” diyen bizler değil miyiz?
İlkokula başladığımızda, “Daha dün annemizin kollarında yaşarken” şarkısını söylüyorduk. Liseyi bitirip üniversite kapısına gelenler ise, “ilkokula başladığım günleri daha dün gibi hatırlıyorum. Mavi önlük ve beyaz yakalıkla kendimi ne kadar mutlu hissetmiştim” diyorlar. (Daha eskiler siyah önlük giydiklerini hatırlayacaklardır.)
Evlenip de çoluk çocuğa karışanlar ise, “Daha dün kendimiz çocuktuk, bugün çocuklarımızı seviyoruz” diyerek bulundukları noktaya ne çabuk geldiklerine şaşırmaktadırlar. Çalıştıkları işten emekli olarak torun torba sahibi olanlar ise, “Artık bizden geçti” demeye başlarlar. Yaşlandıklarını, artık gençlik günlerinin bir daha geri gelmeyeceğini kabul ederek kendilerini kabirden sonrasına hazırlamak isterler.
İsterler ama, daha önce bir hazırlıkları yoksa, bundan sonra hazırlanacak kadar bir vakitleri kalmış mıdır acaba? İşte o konuda kimsenin bir garantisi yoktur. Nitekim her gün çevremizde çocuk, genç, orta yaşlı, ileri yaşlı demeden her yaşta insanların ölüm haberlerini alıyoruz. Onlar tabutları içinde eller üstünde kabre doğru yol alırken, “Şimdi o tabutta ben de olabilirdim” diye düşünüyor muyuz? Veya, “Bir gün mutlaka ben de o yolculuğa çıkacağım ama, acaba o gün ne kadar yakın” diye hiç aklımızdan geçiyor mu?
“Ben daha çocuğum, ben daha gencim, benden yaşlı insanlar var” diyerek ölümü kendilerine yakıştıramayanlar, bir kabir ziyaretinde bulunsalar ve mezar taşlarındaki kitabeleri okusalar, kendilerinden çok daha küçük yaşta vefat etmiş olanların orada yatmakta olduklarını göreceklerdir. Kulaklarını mezar taşlarına yapıştırıp dinleseler, her halde şöyle sesler işiteceklerdir:
“Daha dün sizin gibi yer yüzünde yaşarken,
Sizin gibi yürüyüp, sizin gibi koşarken,
Şimdi ölümlü olduk, kabirleri doldurduk”
Sen hey, bilgisayar başında sabahlayan delikanlı! Acele et, gençlik bir şimşek gibi çakıp geçecek. O güzelim yıllar, bir sel gibi akıp gidecek. “Gençliğini nerede ve nasıl geçirdin?”sorusunun cevabını hazırlamaya bak. Yarın bu soru ile karşılaştığında, “Arkadaşlarımla chat yaptım” diye cevap verecek olursan, bu cevap seni kurtarmaz. Öyleyse bu çok değerli vakitlerini dünya ve ahiretin için faydalı olacak işlerde değerlendir.
Sen hey fabrikada çalışan işçi, tezgâhı başında mal satan esnaf, masa başında hizmet veren memur! Sabahları işine yetişebilmek için acele ediyor, kahvaltı bile yapmadan evden çıkıyorsun. Geç kalacak olursan bir taksiye atlıyorsun. Peki, ebedî hayatın olan ahirette sana lâzım olacak nafakanı kazanmak için de bu kadar acele ediyor musun? Ezan sesini işittiğinde cemaatle namaz kılmaya yetişmek için taksi çevirdin mi hiç? Yoksa, “Ben de sonra kılarım” diyerek namazı erteleyip, sonra da araya başka işlerin girmesiyle namazları hep kazaya mı bıraktın? Sen namazlarını kaza etme fırsatı bulamadan ya senin başına bir kaza gelirse?
Evet beyler, bayanlar, gençler, yaşlılar! Lütfen acele edelim. Cenâb-ı Hak bizim için Cennet yaratmış, ebedî saadet sarayları inşâ etmiş, cemâlini bize göstermeyi vaad etmiş. Bizi dâvet ediyor. Bu dâvete icabet etmek için acele edelim. “Acele işe şeytan karışır” mı diyorsunuz? Hayır hayır, böyle işlere şeytan karışamaz. Şeytan ancak dünyaya ait olan ve tedbir alınmadan yapılan işlere karışabilir. Ama ahirete ait olan hayırlı işlere şeytanın ne haddi var ki karışsın.
Peygamber Efendimiz (asm) “Hayırlı işlerde acele ediniz, tâ ki bir şer gelip o işi bozmasın” buyuruyorlar. Öyleyse, acele edelim, “Ömür sermayemiz çok az, lüzumlu işler ise pek çoktur”.
28.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|