Hürriyetler pazarlık konusu olmaz
Akademik Dayanşma Araştırma ve Geliştirme Vakfı (ADAG), Demokrat Hukukçular Derneği, Sosyal Etüdler Derneği (SETÜD), Yeni Eğitimciler Derneği (YENİEĞİTDER), Yeni Sanayici ve İşadamları Derneğinin (YENİSİAD) ikincisini organize ettiği “Yeni Anayasa” paneli Ankara’da gerçekleştirildi.
Panelin açış konuşmasını yapan ADAG Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy, 21. asırda “nemelâzım demeyen insanlar”a ihtiyaç olduğunu söyledi. “Genç neslin, çocuklarımızın azar ve nefretinden kurtulmak için büyükler olarak bize büyük görevler düşüyor” diyen Aksoy, demokrasinin sadece temsili olarak yetmediğini katılımcılığın da olması gerektiğini söyleyerek, “Nemelâzımcılık zihniyetinden kurtularak bizzat olaya müdahil olmamız lâzım. Bir anayasa yapılırken toplumun siyasî kuruluşları yani partiler, toplumun sivil, bilim kuruluşları hep birlikte buna müdahil olması gerekiyor. Ancak o zaman üçgenin bütün ayakları sağlanmış olarak düzgün bir anayasa yapabiliriz. Bugüne kadar yaptığımz anayasalarımızın çoğunu kucağımızda bulduk. Hiç birine müdahil olamadık. Şimdi altıncısı söz konusu. Bu çorbanın içinde tuzumuz olsun. Aidiyet duygusu olursa ancak o zaman anayasalar içselleştirilir, yaşanır anayasalar olur. Meşrûiyyet debisi yüksek anayasalar olur” dedi.
ANAYASA ÖZGÜRLÜK KOKMALI
Anayasa metinlerinde olması gerekenleri sıralayan Aksoy, “Anayasada vatandaş memnuniyeti esas alınmalıdır. Kısa ve öz olmalıdır. İnsan hakları, temel hakların korunması, özel hayatın dokunulmazlığı, kanun önündeki eşitlik dikkate alınmalıdır. İnanç, din ve vicdan özgürlüğü, düşünme, bilim ve san'at özgürlüğü sağlanmalıdır. Evlilik ve aile müessesi korunmalı, eğitim hakkı tanınmalıdır. Yeni anayasa ortak aklın eseri olmalı buram buram özgürlük kokmalıdır” şeklinde konuştu.
Paneli yöneten Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Battal, 1982 anayasası yapılırken eleştiride bulunmanın çok tehlikeli olduğunu hatırlattı. “O günlerden bu günlerde geldiğimizde 1982 anayasasını eleştirmek son derece kolay bir hale geldi, artık rahatız. Ben de varım diyebilmek çok kolay” diyen Battal, “Eleştirilerde insaflı olmak şartıyla elbette eleştirmek güzel. Anayasanın muhtevasına ve yeni anayasanın gerekliliğine dair fikirler ifade edilecek. Biz en iyiyi isteyeceğiz, ideali isteyeceğiz, maslahatçılık bizim işimiz değil. Biz en iyisine lâyık olduğumuzu düşünerek toplum olarak, sivil-toplumsal örgütlenmeler olarak en iyiyi istemeye devam edeceğiz" dedi.
SİYASİ İKTİDAR DAHA CESUR OLMALI
Siyasî iktidarın anayasa yapma konusunda daha cesur, daha atak olması gerektiğini vurgulayan Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Eser Karakaş, Türkiye’de temel hak ve özgürlükler alanında tartışma yaşandığını söyledi. Temel haklar üzerinde uzlaşma olamayacağına dikkat çeken Karakaş, “Benim kulağımı tırmalayan bir niteleme var. Diyorlar ki bu konuda uzlaşmaya gidelim. Temel hak ve özgürlükler cihetinde uzlaşma ne demektir? Kimle, hangi konuda uzlaşacağız, bunu anlamakta zorlanıyorum. Avrupa insan hakları sözleşmesi ve Avrupa insan hakları mahkemesi içtihadlarına karar olması nedeniyle, bu konuda kriterler çok açıktır, çok nettir. Dolayısıyla ne ifade özgürlüğü konusunda, ne din ve vicdan özgürlüğü konusunda bir uzlaşma arayışını anlamlı görmüyorum. Uzlaşma daima Türkiye’yi ikinci kalitede bir metin hazırlığına götürür. Uzlaşma demek bu alanda belki de Avrupa standartlarından daha düşük bir standart isteyen kesime taviz vermek anlamına gelir. Uzlaşma tabirini çok dikkatli kullanmalıyız. İfade, din ve vicdan özgürlüğü, vs. burada kimle, neyi uzlaşacağımız konusunda net cevap alamıyorum. Bu konuda uzlaşmasız anayasa istiyorum” dedi.
Karakaş şöyle devam etti:
“Bir hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu idarenin her tasarrufunun yargı denetiminde olmasıdır. Şimdi belirli alanlar yargı denetiminin dışında kalıyor. Artık 21. yüzyıldayız ve bundan sonra sosyolojik ve tarihsel bagajlarımızı taşımanın bir sınırı var. Tarihsel bagajlar eğer Türkiye’ye bir standart düşüklüğünü dayatıyorsa, bu bagajları bugün taşımak zorunda olmadığımızı düşünüyorum. Anayasanın ideolojisi olmaması gerekmektedir. İdeoloji kelime olarak sistematik fikirler bütünlüğü demektir.
Atatürkçülük meselesi gündeme gelmektedir. Birileri diyor ki “Atatürkçülük ideoloji değildir.” Atatürkçülük bir ideolojidir. İdeoloji olduğu için anayasayı belirlememelidir. Yansıttığınız anda bu yarış tuhaf bir hale geliyor. Anayasaya damgasını vurması kabul edilemez. Bir ideolojiyi ideoloji yapan temel nitelik tersinin de meşru olmasıdır. Bir ideolojinin tersi meşru olmazsa kendi de meşru olamaz. Bu çok temel bir niteliktir. Siz Atatürkçülüğü anayasaya anayasal bir ideoloji olarak koyarsanız o zaman tersinin yasal bir ideoloji olması zorlaşır. O yüzden böyle bir ideolojinin anayasada yer alması asla kabul edilemez. Anayasanın ideolojisi olacak mı, evet olacak. Ben buna insan hakları ideolojisi diyorum. Çünkü insan hakları ideolojisinin tersi meşru bir ideoloji değildir. Anayasaya damgasını vuracaksa tersi savunulabilecek herhangi bir ideolojik yaklaşımın anayasaya yansımaması şarttır.”
HUKUK EĞİTİMİ PROBLEMLİ
“Sivil asker ilişkileri konusunda mutlaka AİHM, AB normları çerçevesinde çözülmesi lâzım ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin doğru bir tanımının yapılması lâzım. Ben TSK’ya şöyle bir tanım getiriyorum ‘Türkiye cumhuriyeti yurttaşı vergi mükellefiyetlilerinin verdiği vergi ile Türkiye cumhuriyeti vatandaşlarına dış güvenlik hizmeti yürüten bir kamu idari birimidir.’ Tüm kamu birimlerini bu tanımla açıklayabiliriz. Belçika sivil-asker ilişkisini nasıl algılıyorsa bizim de öyle algılamamız gerekmektedir.”
“Milli güvenlik Kurulu anayasal bir kurulu olmaktan çıkarılmalıdır. Belirli dönemelerde başbakanın çağrısı üzerine alt komisyon kurulabilir. Başbakanın uygun gördüğü herkes olabilir. Mevcut anayasada yer alan şekliyle nasıl hazmediyoruz, demokrasi nasıl hazmediyor? Sonuçta devlet memurlarının içinde yer aldığı kurul bakanlar kuruluna kararını bildiriyor. ‘Bildirir’ kelimesi var anayasada. Taslakta ‘Sunar’ diyor. Bu önemli bir değişikliktir.
“Türkiye’de bir hukuk eğitimi problemi var. Üst yargı organlarına tesadüfî seçilmeyle gelmiyorlar. Orada ciddi bir eleme ile geliyorlar. Belirli bir dünya görüşüne yakın insanlar geliyor. Eğitim sistemi insanları inanılmaz bir şekillendirme kabiliyetine sahip Türkiye’de. İnsanların dünyaya bakışını çok belirliyorlar. Mesela Danıştay çok önemli bir kurum, Fransa’da her şeyin üstünde müthiş bir organdır. Geçen bizim Danıştay başkanımız Hanımefendi önemli bir günde ‘Biz Danıştay olarak Atattürk çizgisinden ayrılmayacağımıza söz veriyoruz’ dedi. Ben aynı görüşlere sahip bir danıştay başkanı dahi olsam ‘evrensel hukuk ilkelerinden ayrılmayacağıma söz veriyorum’ derim. Hukuçuluk budur. Israrla laik cumhuriyet vurgusu yapıyorlar. Anayasanın 2. maddesinde çok açık bir şekilde belirtilen “TC demokratik, laik, hukuk devletidir” diyor. Niye bu üç temel kriterden birine ısrarla vurgu yapılıyor. Bir yuttaş olarak bende uyandırdığı şey cumhuriyetin üç niteliği arasında laiklik ilkesi uğruna hukuk devleti ve demokrasi ilkelerinden çok rahat vazgeçileceğine hazır olunduğu imajı veriyor . Laiklik tek başına bir cumhuriyet ilkesi olarak uğrunda çok da fazla mücadele edilmesi şart da bir şey değil. Çünkü laik bir cumhuriyet demokratik ve hukuk devleti değilse benim için çok da önemli bir şey olmayabilir. Hukukçuların büyük bir çoğunluğunun dillerine ve zihinlerine yerleşmiş kavramlarda çok ilginç bir beli rlenme var. Türkiye yeni anayasa yapsa da uzun yıllar bu belirlenmenin etkisinde kalacaktır.”
TÜRKİYE’DE SOL PROBLEMİ VAR
Son iki anayasanın darbe ürünü olduğunu hatırlatan Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, “Temel hak ve özgürlüklere yer veriyormuş gibi metinlerdi. Ama esas olarak belirli bir kesimin, zümrenin ayrıcalıklarını güvence altına alan ve o ayrıcalıkların siyasi ifadesi olan ideolojiyi güvence altına alan metinlerdi. Bugün bütün sınırlılıklarına rağmen ilk defa Türkiye toplumu kendi anayasasını seçtiği temsilcilerinin öncülüğünde hazırlama sürecinde. Cumhuriyet döneminde anayasaların özellikle son ikisinin anayasacılığın gereklerine uygun olmadığını biliyoruz. Anayasanın asıl anlamı sadece devletin teşkilât yapısını, işte temel organlarının birbirleriyle ilişkilerini gösteren metinler olması değil, esas olarak hakları otorite karşısında güvence altına almasıdır” dedi.
Özipek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Toplumun baştan beri yeni bir anayasaya dönük arzularının olması olumlu. Ama olumsuzlukları da var. Tarihî tecrübe bize fazla ümitlenmemiz için de sebepler olduğunu söylüyor. Meselâ anayasa yapımı konusunda en iyi yöntem değil de ikinci yöntem şu an söz konusu. Asıl yöntem nedir? Toplumun bütün farklı renklerini taşıyan herkesin, her kesimin anayasa yapım sürecinin içine başlangıçtan beri katılmış olmasıdır. Bu yöntemin uygulanması Türkiye de başka bir açıdan da problemli gerçekten. O da Türkiye solunun problemi. Mesela İspanya’da anayasa yapım süreci sol ve sağın ciddi bir oranda katılımıyla ve iradesiyle gerçekleşmiştir. Türkiye de demokrasinin sol ayağı hep aksamaktadır. Yani Türkiye’de bugün merkez sol,—yani CHP, DSP—eğer Türkiye de gerçek anlamda demokratik, sivil bir anayasa yapılacaksa bu solun katılımıyla değil maalesef sola rağmen yapılacak gibi görünmektedir.”
HÜKÜMET HEP GERİ ADIM ATIYOR
“Anayasa yapımı Türkiye’de gerçekten sıfırdan bir toplumsal mutabakat metni ortaya çıkarmak için gerçek bir iradenin girişimi gibi görülmemektedir. Gerçekten kurucu veya anayasa yapıcı bir iktidarın bağlı olmaması gereken ciddi sınırlar var. Meselâ anayasanın değiştirilemez maddeleri bunlardan birisidir. Anayasaya değişmez hükümler koymak, ölülerin dirilere hükmetmesidir. Yani belirli bir kuşak için gerekli, önemli olan herhangi bir ilke, değer, kurum bir sonraki kuşak için aynı şekilde önemli olmayabilir.
“Diğer bir sorun hükümetin şimdiye kadar sergilediği siyaset pratiğinden kaynaklanmakta. Açık söylemek gerekirse hükümet bu güne kadar—özellikle zor zamanlarda—giriştiği demokratikleşme, sivilleşme adımlarında geri adımlar atabilmiştir. Yani zor zamanlarda her zaman özgürlüklerden yana durmamıştır. Hatta çoğu kez—özellikle önemli, temel bazı sorunlarda—durmamıştır, duramamıştır. Bu sefer de aynı şey olduğu zaman meselâ Türkiye’yi gerçekten özgürleştirecek bazı değişiklikler söz konusu olduğu zaman burada ne kadar sağlam duracağından ben emin değilim. Dolayısıyla bu bakımdan endişelerim var. İkinci bir endişem de hükümetin sadece dışardan gelen değil, içerdeki bürokratik zihniyetin Cemil Çiçek’in sözünü dinlememesi gerekmektedir. Sadece dıştan gelen bir yaptırım ya da dıştan gelen bir engel söz konusu değil, hükümetin kendi içinden de gelen bir engel var. Ona da direnmesi gerekecektir.
ÖZGÜRLÜK, ÖTEKİNİN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR
“Türkiye’deki yeni anayasa yapılmasındaki sorunlar sadece devletten kanaklanmıyor. Merceği biraz da kendimize çevirmemiz gereken bir durum var. Toplumun çeşitli kesimleri sadece kendi çevrelerinin kendi mahallelerinin sorunlarına kulak veriyor. Öteki kesimlerden, azınlıklardan, kendileri gibi olmayanlardan ve onların sorunlarından çok haberdar değiller gibi geliyor. Oysa Türkiye’de herhangi bir demokratikleşme olacaksa toplumun bir kesimi en azından bunun taşıyıcısı olmak zorunda. Birilerinin buna öncülük etmesi lâzım. Birileri bunu yaparsa ayrımsız herkese hakları talep eden bir rol oynarsa inanıyorum ki Türkiye toplumunun bütün çeşitliliği ile her kesiminden destek görecektir. Son yıllarda dindar muhafazakâr kesim özgürlükçü fikirlere daha fazla talip oluyor. Bu önemli bir şey. Çünkü birileri bu fikirlerin öncülüğünü, taşıyıcılığını yapmalı ve sivil anayasa girişimleri de dahil bu girişimlerine başarıya ulaşabilmesi için belki de harç olmayı başarmalı. Özgürlük ötekinin özgürlüğüdür. Hepsini birden tanımadan özgürlüğü savunmuş olmuyoruz. Hem ahlâkî, hem de pratik açısından herkesin özgürlüğünü savunmak lâzım.
“Başörtüsüyle ilgili düzenlemenin anayasada yer alması normal şartlarda gerekmeyebilir, ama bence Türkiye’de yer almalıdır . Çünkü Türkiye’de 367 kararında da görüldüğü gibi bazen bazı maddelerin gerekçesi çok iyi bilindiği halde tam tersi yorumlar yapılabilmektedir. Bu da gerçekten yakıcı bir sorundur. Bunun yolu, tartışmayı bitirecekse anayasaya kılık kıyafet ile ilgili bölüm yazılmalıdır."
HÜRRİYETLER PAZARLIK, KONUSU OLMAZ
Kamuoyunda çok tartışılan anayasa taslağını hazırlayan 6 kişilik komisyon üyesi olan Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Atar, “insan haklarında uzlaşma olmaz fikrine yüzde yüz katılıyorum” dedi. Atar, “İnsan hakları uzlaşılarak, pazarlık yapılarak şu kadar mı, bu kadar mı verelim gibi bir alan değildir. İnsan hakları artık tartışma dışı, insanlığın tecrübeleriyle, rasyonel çalışmalarıyla ürettiği, dünyanın kabul ettiği ve bütün kültürlerine ortak bir mal varlığıdır. Dolayısıyla da insanın olduğu her yerde herkese tanınması gereken hak ve hürriyetlerdir. Bu konuda bir uzlaşma olamaz. Ama ne yazık ki ülkemizde mevcut anayasal sistemde bile aslında varolan hürriyetler fiilen engellenebiliyor. Bunu kaldırmak için de süreçler üzerinde bir uzlaşma ya da bu sıkıntıları ülkemiz şartlarında aşmak için yine de bir görüşme ve müzakere söz konusu olabiliyor. Ama ideal olan hürriyetlerin bir pazarlık konusu olmamasıdır. Uzlaşmaya ve oylamaya konu olmayacak diğer bir husus da ‘hukukun üstünlüğü’ meselesidir” dedi.
Hazırladıkları anayasanın ideal bir metin olmadığını ancak mümkün olanın en iyisini yapmaya çalıştıklarını anlatan Atar, şunları söyledi:
“Anayasada 1982 anayasasından farklı olarak bireyi, insan hak ve hürriyetlerini, bütün uluslarası sözleşmeleri, ayrıca kararları bizim için bağlayıcı olan AİHM’in yerleşik içtihatlarını, esas aldık. 82 Anayasası ilk yapıldığı haliyle tamamen bunların dışında insan haklarını neredeyse kullanılmaz hale getiren, otoriteyi tesis eden, adeta devleti bireye karşı koruyan bir nitelik taşımaktaydı. İşte biz bunu tersine çevirmeyi tesis eden bir taslak hazırlamaya çalıştık. İkinci temel önceliğimz ve ilkemiz hukukun üstünlüğünü pekiştirmek, kurum ve kurallarıyla yerleştirmek oldu. Hukukun üstün olması için bir kere anayasal kuralların evrensel düzeye ulaşmış hukuk normu diyebileceğimiz hukuk kurallarından oluşması gerekiyor. Mekanizmalarla ilgili olarak bunun tesis ederken hukukun üstünlüğünden hukuk devletinden bahsediyorsak anayasanızda denetim dışı bir alan olamaz ama 82 anayasasında YSK, HSYK kararları, cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, memurlara verilen uyarma, kınama cezaları, vs. denetim dışındaydı, dolayısıyla bunların hukuk devletinde olması düşünülemez ve bu hep eleştirilmiştir. Bunların tamamı kaldırılıyor.”
“Bir başka sorun bizim yargının bağımsızlığı. İçinde doğal olarak tarafsızlık olması gerektiği halde yargı tarafsızlığı yani yargıcın kendi özel tercihlerine, düşüncesine karşı da kararlarını koruması, yargıcın sadece ve sadece kararında hukuku düşünerek karar vermesi gerektiği... Tarafsızlık budur, bunu da anayasaya açıkça yazdık. Bazen doğal olarak olması gereken şeyler yazılınca daha iyi anlaşılıyor. Bu niye anayasaya girdi diye eleştiriler var. Mesela özelleştirmeye iptal yetkisi yokken siyasal iktidar yerine geçip iptal ediyor Anayasa Mahkemesi, Danıştay. Veya insan haklarını koruması gerekirken tam terinse insan haklarını nasıl sınırlandırırım diye kararlar veriyor. Kılık-kıyafetle ilgili Anayasa Mahkemesinin kararı ortada. Bunun dışında siyasî parti kapatmaları ortada. Yargıtay’ın ifade özgürlüğü kararları ortada. Yüksek yargı çıkıp diyor ki bizim amacımız devleti korumaktır. Sanki hürriyeti koruyunca devlet yıkılıyor.
FİİLEN DE DEMOKRATİKLEŞMEK GEREKİR
“Ülkemizdeki hürriyet korkusunu aşmamız gerekiyor. Bu korkuyu aşamadığımız sürece demokratik bir reform demokratik bir anayasa yapamayız. Hürriyet korkusu yükseklik korkusuna benzer bir insanın yükseklik korkusu varsa tedavi olması lâzım. Bizim de toplum olarak kendimizi tedavi etmemiz lâzım. Özgürlük korkusunu içimizden atmadıkça insan haklarına, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne bütünüyle
garanti eden bir anayasa yapamayız.”
|