MGK’nin tavsiyesiyle hükûmet, Irak’a ticarî ambargoya yöneliyor. Ne var ki akl-ı selim değerlendirmeler, bu tür tedbirlerin bölgeyi Türkiye’den soğutma stratejisine hizmet edeceği kanaatinde.
Çünkü bu ambargo, işgalcilerin güdümündeki kuzeydeki yerel yönetiminden ziyâde Bağdat’la Ankara’nın arasını açacak.
Doğrusu daha birkaç yıl önce PKK ile çatışan ve Ankara’nın sağladığı kırmızı pasaportla dışarıda dolaşabilen Barzani ve Talabani’nin, özellikle TBMM’nin 1 Mart 2003 tezkeresini reddinden sonra Türkiye’ye karşı terör örgütünü himâye etmeleri, tamamen ağababaları ABD’nin inisiyatifiyle olmakta. Bu vaziyet, gün gibi âşikâr...
Gerçek şu ki Irak merkezî hükûmeti daha başkentini koruyamıyor. Her ne kadar Başbakan Malikî, terör örgütü bürolarını kapatacaklarını söylese de, işgalcilere rağmen örgütle mücadele etmeye gücü yok. Bağdat, kapalı kapılar ardında bunu itîraf ediyor.
Bu durumda, Washington’un ikide bir Ankara’ya, “Bağdat’la konuşulması” ve kuzeydeki “yerel yönetim”le işbirliği önerisi, bile bile Türkiye’yi oyalamaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu açıdan Başbakan’ın Romanya yolunda, “ABD’nin Irak’ta işi ne?” diye sorup, “müttefiki olan Türkiye’ye desteğe mecburdur” sözü, anlamlı...
* * *
Gerçekten, madem Bush yönetimi, “terörle mücadele”yi programının başına koymuş; o halde “terör örgütü” diye “tanımladığı” PKK’ya karşı neden kontrollerindeki Irak’ta mücadele etmiyor? Niçin vesâyetindeki merkezî hükûmete ve bilhassa emrindeki Kuzey Irak yöneticilerine bu hususta baskı yapmıyor?
“Terörle mücadele”yi dünyaya “ilân” eden Bush ve neoconlar, niçin mâhiyetlerinde yuvalanan örgüt elebaşlarından bir tekini teslim etmiyor?
Hükûmet, evvela bunları sorgulamalı. Ve sözde “stratejik ortağı”, bu hususta sıkıştırmalı.
Aksi halde, Irak’ın kuzeyiyle, dolayısıyla Irak’la ekonomik ilişkileri askıya almak, sınır kapılarını kapatmak, tuzağa düşmektir. Yaz bitiminde birden bire azan terör örgütü ve kuzeydeki koruyucuları aracılığıyla, ABD’nin Türkiye’yi bataklığa itme oyununa gelmektir.
Halbuki Türkiye’nin öncelikle yapacağı, komşu ülkelerle her türlü ekonomik, kültürel, sosyal ve politik ilişkileri arttırmak ve bu bağlarla bölgeyi birbirine bağlamaktır.
Bu meyanda siyasî ve iktisadî işbirliklerini kurmak. Irak dahil, bölge ülkelerini, ecnebilerin taktik ve tahrikleriyle, Türkiye’nin ve birbirlerinin zararlarına hiçbir faaliyete girişemeyecek zemini sağlamaktır.
Oysa Irak’a ekonomik yaptırım, Güneydoğu’dan başlayarak bütün Türkiye’yi de etkileyecek; üstelik bunun hiçbir faydası da olmayacak...
Hele kuzeydekilerin de baskısıyla Bağdat’ın benzerî karşı ambargolara başvurması, Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattını kapatması, Irak’la diyalogu tamamen koparır.
Dahası, ambargo, başta terör örgütü olmak üzere ifsad şebekelerince pervasızca istismar edilir; Ankara’nın “bölge halkını cezalandırdığını” propaganda edilir. Bin yıldır birlikte yaşamış, asırlarca Osmanlı’nın idâresi altında bulunmuş, aynı inanç, tarih ve kültürü paylaşan başta Araplar olmak üzere, bölgedeki halkların husûmetine sebebiyet verdirir.
Ki zaten bölgeyi ateşe veren küresel zâlim mihrakların öteden beri aradığı budur. Plânladıkları, topyekûn İslâm âleminde “kavmiyetçilik dâvâsı”yla kardeş kavgasıdır...
* * *
Ankara, bu oyunu bozmalı. Irak yerine asıl terör hâmisi ABD ile ilişkilerini gözden geçirmeli; Türkiye’de yerlerde sürünen itibarının daha da perişan hale geleceğini, kamuoyunda öfke ile infiâle dönüşen “Amerika’ya nefreti” önleyemeyeceğini bildirmeli.
Başbakan, “Amerika mecburdur” türü çıkışlar yerine, sonuç alıcı müşahhas tedbirlere başvurmalı. Komşularla ekonomik ilişkileri askıya almak yerine, her türlü askerî mühimmatın nakil ve dağıtımının Türkiye üzerinden yapıldığı “ABD destek hamûlesi”ni askıya almalı.
Ekonomik münâsebetleri kesmek ve Habur gibi bölgenin can damarı sınır kapılarını kapatmak yerine, Irak üzerine yaptıkları binlerce sorti ile yüzbinlerce mâsumu hunharca katleden Amerikan savaş uçaklarının havalandığı İncirlik ve diğer hava ve deniz limanlarını işgalcilerin kullanımına kapatmalı. Komşularla olan zayıf ekonomik ilişkilere değil, Türkiye’nin zulme aracı edilmesine son vermeli...
Özellikle bu kargaşa ortasında Arap âlemine karşı dikkatli olmalı; bölgede cirit atan yeni Lawrece’lerin, fitne ve fesadla Müslüman milletlerin arasını bozmasına fırsat vermemeli.
Ve Ankara, Bediüzzaman’ın, bundan yaklaşık bir asır önce Şam’da Emeviye Camiindeki hutbesinde, küçük Müslüman tâifelerin menfaatinin, dünyevî gelişme ve uhrevî saadetlerinin büyük ve muazzam tâife olan Arap ve Türk gibi hâkim milletlere bağlı olduğunu bildiren mânâyı mutlaka nazara almalıdır. (Hutbe-i Şâmiye, 61)
“Hilâfet-i Osmaniye ve Türk ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arap ve Türk hakiki iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar” ifâdesindeki anlamı kavramalı. (age., 59)
Okyanuslar ötesinden gelip çıkarları için bölgeyi ateşe veren gaddar zâlimlerin projelerinden bir şey çıkmayacağı ortada...
Buna mukabil Türkiye, küçük kardeş kavimleri koruyacak büyük bir ülke olarak, birçok değeri birlikte paylaştığı ve Kıyamete kadar yanyana yaşayacağı Müslüman komşularla diyalogunu geliştirmeli...
Çâre budur...
27.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|