Mini “anayasa değişikliği” referandumu, ister istemez milletin demokratik anayasa talebinin göstergesi olarak lanse edilecek. Referanduma ilgi, demokratikleşmeye ilgi olarak algılanacağından, sistemin demokratikleşmesi irâdesi açısından büyük önem taşıyor.
Ancak Türkiye referandumun görüşüldüğü günde dahi, başındaki en büyük belâ terörü tartışıyor. “Tezkere”yle başlatılan süreci konuşuyor.
Bu arada, Meclis’in “tezkere”yi kabulünün “hemen bir operasyon yapılacağı anlamına gelmediği”ni belirten Başbakan’ın ve askerî yetkililerin “inşaallah tezkerenin kullanılmasına gerek kalmaz” sözleri, Ankara’nın yapacağı yaptırımları gündeme getirmekte.
Ankara’nın önünde bulunan en önemli yaptırım, deneyimli diplomatların da önerisiyle, ABD’nin Irak’a karşı kullandığı başta İncirlik olmak üzere diğer hava ve deniz üslerinin kapatılması.
Erdoğan hükûmetinin son üç yıldır resmen her türlü askerî personel, silâh, mühimmat, teçhizat ve savaş malzemesinin yurt içi ve yurtdışı ithal, ihraç, nakil ve tevziine açtığı hava ve deniz limanlarını kapatması. Amerika ile Türkiye arasında imzalanan 1 Eylül 2004 tarihli “ABD’ye destek hamûlesi”ne dair Bakanlar Kurulu’nda imzaladığı “Dışişleri tebliği”ni derhal iptal etmesidir.
Uzmanlar, akıbeti meçhul olan “sınırötesi”den öte, Türkiye’nin elindeki bu kartı önemli görüyorlar. Fakat hükûmetten peşinen zinhar böyle bir şeyin olmayacağı açıklamaları, doğrusu düşündürücü...
* * *
Oysa Ankara teröre karşı netice almak istiyorsa, hiç yüksünmeden elindeki bu kartı açmalı. Bu tavır, hem Türkiye’yi tereddüt ve “çelişki” havasından kurtaracak, hem Irak işgalcilerinin ve İsrail’in dayatmalarından muzdarip bölge ve İslâm ülkelerini yaklaştıracak hem de meşrû bir hak olarak Türkiye’nin elini beynelmilel zeminlerde kuvvetlendirecektir.
Suriye Cumhurbaşkanı Esad’ın, “Türkiye kazansa biz de kazanacağız” sözünün anlamı bu...
Türkiye, bir yandan “Ermeni soykırımı” tasarısını Türkiye’ye karşı “koz” olarak kullanıp, diğer yandan kontrolündeki terör örgütünün tasfiyesine yanaşmayan ve âdeta Türkiye ile oynayan Amerikan politikalarına karşı ciddî bir tavır koymalı.
Bu hususta hiç tereddüt göstermemeli. Amerikalıların geçen asrın sonlarına kadar devam eden yerli Kızılderililere ve zencilere yaptıkları zulümler tarihin hâfızasında.
Keza tamamen egemenlik ve çıkarının peşinde koşan “îkinci Amerika”nın çirkin yüzünün “şer bilânçosu” oldukça kabarık... Yazar Christopher Hitcehens, Yahudi kökenli eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger sonrası “Amerikan politikaları”nı “darbeler, cinâyetler, katliâmlar” olarak tanımlıyor.
Gerçekten Kissinger sonrası Amerika, bir zamanların “dine ciddî taraftar” ülkesi olmaktan çıkarıldı. Amerikan çıkarlarına “uyum sağlayamayan”, yani tam teslim olmayan ülkelerde çeşitli fitnelerle ifsad ve iç ihtilâflar körüklendi, çatışmalar alevlendirildi. Direnen politikacılara suikastler düzenlendi. Askerler, gazeteciler, din adamları katledildi. (Kissinger’in Yargılanması, 6-7)
Bugün İsrail’in güvenliği ve egemenliğini “birinci vazife” bilen Evanjelist George W. Bush yönetimi, “Kissinger politikaları”yla güdümüne almadığı ülkelere terör, sefâlet ve kitlesel ölümler getiren projeleri ihraç etmekte. 11 Eylül olaylarını bahane eden Bush’un, “bizim yanımızda olmayanlar, bizim karşımızdadır” pervâsızlığı, bunun ifâdesi.
Bu haliyle “Amerikan politikaları”, menfaatinden başka bir şey düşünmeyen, her şeyi çıkarına feda eden, “küfür ve küfranı dağıtan bedbaht ruh” nitelemesini hakkeden, “beşerin nefs-i emmâresi” hitabına lâyık menfaat şebekeleri ve ifsad komitelerinin elinde oyuncak... (Lem’âlar, 119-120)
* * *
Ankara artık kararlı olmalı. Elindeki kozları ustaca kullanmaktan çekinmemeli... Irak işgalinde onca deniz ve hava limanını kullandırdığı sözde “stratejik müttefiki”ne, yeryüzünü kan ve gözyaşına boğan zulüm ve katliâmlarını hatırlatmalı.
ABD’nin dünden bugüne darbelere, suikastlara, cinâyetlerle ve soykırımlarla dolu geçmişini gündeme getirmeli.
Çeşitli ülkelerde iç karışıklıkla kargaşa ve kaosa sebebiyet verdiren küresel sermayenin maşası Macar asıllı Amerikalı Yahudi para spekülatörü Soros’a “turuncu devrimler”le yaptırdığı demokrasi katliâmları ortada...
Uluslararası güç odakları hesabına neo con’ların dün Vietnam’da olduğu gibi, bugün Afganistan ve Irak’ta yaptıklarını “ortağı”nın önüne koymalı...
Bunun için, evvelemirde Türkiye’nin dış politikasının dağınıklıktan ve tezatlardan kurtarılması lâzım. Ankara’nın Irak’ın işgaline destek vermekten uzak durması, terör örgütünün tahribatına dikkat çekmesi ve “Ermeni soykırımı” iddialarına karşı uluslararası platformda güçlü bir diplomasiyi yürütmesi gerekiyor. Tabi bunu yapmak için öncelikle bu zulüm ve dayatmalardan desteğini çekmeli. Zulme araç edilen üsleri masaya yatırmalı...
Bunlar samîmiyetle başarıldığı takdirde “tezkere”nin kullanılmasına gerek kalmayacak; terörle birlikte Mehmetçiğin “sınırötesi bataklığa” saplanması tehlikesi de ortadan kalkacak...
Varlığını millete borçlu olan hükûmet, bu hususta da millet irâdesine göre hareket etmeli... Zira zulme arka çıkmakla zulüm önlenemez....
21.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|