Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onu ateşten kurtardıktan sonra, İbrahim "Ben Rabbimin emrettiği yere gidiyorum; O beni doğru yola iletecektir" dedi.

Sâffât Sûresi: 99

21.10.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Cuma günü imam hutbe okurken yanındakine "Sus!" bile desen, Cumanın adâbına aykırı davranmış olursun.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 444

21.10.2007


Risâle-i Nur, anarşizme karşı Kur’ânî bir seddir

Risale-i Nur, mânevî tahribata ve anarşilik ve bolşevizm, tabiiyyun ve maddiyunluğa ve şükûk ve şübehata ve küfr-ü mutlaka karşı bin sedd-i Kur’ânî hizmetini bihakkın ifa etmesiyle, bu vatanı bu tehlikeli dünya fırtınası içinde muhafazaya bir vesile olduğu ve bir sadaka-i makbule hükmüne geçip ikinci Harb-i Umumînin belâsına ve başka memleketlerde vuku bulan belâların bu memlekete girmesine mümânaatla mânevî bir siper teşkil ettiği bedahetle âşikâr olmuştur. Bu müddeâyı Risale-i Nur’a nazar eden en muannid filozoflar da tasdik etmeye mecbur kalmışlardır. İşte o Risâle-i Nur, 500 bin talebesiyle ve 600 bin nüshasıyla herkesin kalbinde iman dersiyle bir yasakçı bırakıp âsâyişi temin etmekle, “Velâ tezirû vâziretun vizra uhrâ” yani, “Birinin günahıyla başkası mesul olamaz” diye olan Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsini tatbike çalışmasıyla ve milyonlarla okuyanlar içinde hiçbirisi onu okumaktan zarar görmemesiyle, bu zamanda bir mucize-i Kur’âniye ve bu vatan ve millet için bir vesile-i def-i belâ olduğu isbat edildiği halde; ve yirmibeş seneden beri gizli, ifsatçı, anarşi hesabına çalışan komiteler desiseleriyle mahkemeleri aleyhine sevk edip çalıştıkları ve beş vilâyette beş büyük mahkeme Risâle-i Nur’un eczalarını inceden inceye tetkik edip medâr-ı mes’uliyet birtek nokta bulamayıp beraat verdikleri ve sonra da yirmi yerde yirmi adliye ayrıca alâkadar olup, mûcib-i mes’uliyet bir cihet olmadığından suç yok diye karar verdikleri ve Afyon Mahkemesi de iki defa iadesine karar verdiği halde, risalelerin iadesini ve tamam intişarını iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ı mûcibe mevcut iken, beş seneden beri gizli komitelerin aldatmaları ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesinde beş senedir o mübarek risalelerin sahiplerine teslimi tehir edilmektedir. Halbuki, büyük emniyet dairelerince, zabıtaca sabit olduğu gibi, yüz binler Nur talebelerinde ve yüz binler Nur nüshalarında hiçbir zarar, bir vukuat görülmemesi, kaydedilmemesi gösteriyor ki, Risâle-i Nur âsâyişin temel taşına hizmet eden bir sadaka-i makbule hükmündedir. Maddî ve mânevî tehlikelerden bu memleketi muhafazaya vesile olduğu tahakkuk eden bir hakikat-i Kur’âniyedir.

Emirdağ Lâhikası, s. 399

Lügatçe:

anarşilik: Kargaşa, karışıklık. Her türlü düzen ve otoriteye karşı koyarak karışıklığı meydana getirme durumu. Terör.

bolşevizm: Hürriyet adına bütün insani değerleri tahribe yönelerek, hiçbir kanun, ölçü, değer tanımaksızın sosyalist hedeflere varmayı benimseyen görüş.

tabiiyyun: Tabiatçılar. Natüralistler.

maddiyunluk: Maddiyyunların mesleği, maddecilik; materyalistlik.

şükûk: Şekler, şüpheler.

şübehat: Şüpheler.

küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr.

bihakkın: Hakkıyla.

ifa: Yerine getirme.

mümânaat: Mani olma, engel olma.

bedahetle: Açıklıkla, âşikâr.

müddeâ: İddia edilen.

muannid: İnatçı.

vesile-i def-i belâ: Belayı def vesilesi.

medâr-ı mes’uliyet: Sorumluluk sebebi.

21.10.2007


Ramazan’da oruç tutan İsevîler

"Etnik ve dinî farklılıkların çok sık şiddetli çatışmalara neden olduğu bir dönemde, Fokolari Hareketinin getirdiği gelişme, insanlar, nesiller, sosyal sınıflar ve uluslar arasında köprüler kurmak.”

Fokolari Hareketinin başkanı ve kurucusu Chiara Lubich’e verilen 96 Unesco Ödülünün gerekçesiydi bu satırlar.

Chiara Lubich, barışa ve birliğe katkısıyla Avrupa Konseyi 1998 İnsan Hakları Ödülüne, fahrî doktorluklara, İtalya’nın önde gelen şehirlerinin ve dünyanın başka ülkelerindeki şehirlerin onursal vatandaşlığı gibi uluslararası birçok ödüle lâyık görüldü.

***

Fokolari, sevgi ve birliğe çağıran bir Hıristiyan ruhânî hareketidir.

Hareketin merkezi İtalya. Kurucusu Chiara Lubich’tir.

Chiara Lubich, 22 Ocak 1920’de İtalya’nın Trento şehrinde doğar. Dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğudur. Yirmi yaşında ilkokul öğretmenliği yapmaya başlar. Büyük bir tutkuyla hakikati aradığından eğitimi için Venedik Üniversitesi’nin Felsefe bölümünü seçer.

1943, savaş yıllarıdır. Savaş yıkımından, Chiara Lubich’in, ‘Barış ve Birlik’ eseri doğar. Kinden kaynaklanan tahrip karşısında Lubich, ‘sevgi’yi esas alır. Ve düşüncelerini hemen başkalarına da ileterek, birçok kişiyle paylaşır.

O dönemde şöyle yazar: “Her gün yeni bir keşifte bulunuyorduk: İncil bizim biricik kitabımızdı, hayatımızın tek ışığıydı”. Lubich, İncil’de yazılı olan ‘karşılıklı sevgi’ emrinin, insanları ve her şeyi, yepyeni bir düzenle birleştirebilecek bir yasa olduğunu anlar. Hz. İsa’nın (as) Allah’a yönelttiği son duâ “Herkes bir olsun”, Chiara ve arkadaşlarının hayatlarının amacı olur. Her yere ‘birlik’ anlayışını götürmek isterler.

Şöyle der Lubich: “Her şeyimizi paylaşıyorduk: Eşyaları, evleri, gelen yardımları, paraları. Hayatımız eskisi gibi değildi. Gün geçtikçe, etrafımızı saran, her yaştan ve her sosyal sınıftan insanların sayısı artıyordu”.

Lubich ve arkadaşları, yepyeni bir ortam oluştururlar. Kin ve nefretler sönmeye başlar. Birçok aile, yeniden birleşir. Artık yepyeni bir ruhaniyât akımı vardır. Bu akımın odak noktası ise; her insanın yaratılışında olan sevgi ve birlik duygusudur.

Hareket, yavaş yavaş genişlemeye başlar. Çok kültürlü ve çok dinli bir boyuta ulaşır, ruhânî ve sosyal alanda bir yenilik akımı getirmeye başlar. 182 ülkeye yayılır. Diyaloğu tam anlamıyla yaşatarak birlik yolunu açar. Harekete, iki milyona yakın kişi katılmıştır. Bu kişiler sadece Katolik değil, 300’e yakın farklı Kiliseye mensup Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, Hindu, Budist, başka dinlerden ve hiçbir dine mensup olmayan kişilerdir.

Sevgi ve birliği esas alan Fokolari hareketinin, İlâhî bir hareket olduğuna ve kendisinin bu mânânın gerçekleşmesinde bir araç olduğuna dikkat çeken Lubich, hareketin üyelerine Ramazan ayında Müslümanlarla birlikte bir gün boyunca oruç tutup duâ etmeyi teklif etmiş. Bunun dışında Ramazan ayının, bu yıl, Müslüman, Hıristiyan, diğer din mensupları ve herhangi bir dine mensup olmayan kişiler arasında kardeşlik ruhuyla buluşma fırsatı olmasını temenni etmiş.

1997’de Harlem’de bir camide, 2000 yılında Washington’da büyük bir toplantıda Müslümanlara yaptığı konuşmasında, Fokolari Hareketinin hedefini şöyle açıklıyor Lubich: “Fokolari Hareketinin ideali, barışa ve evrensel kardeşliğe hayat veren birliği dünyaya yaymak için katkıda bulunmaktır.”

“1940’lı yıllarda, İkinci Dünya Savaşı nefes aldırmazken ilginç bir olay yaşadık. Doğduğum şehir Trento’daydık. Savaşın tehlikelerinden kendimizi korumak için, bir gün, bir mahzene sığındık. İncil’i öylesine açtık. Açtığımız sayfada İsa, insanların Allah ile ve kendi aralarında, birliği oluşturmaları için olağanüstü bir şekilde duâ ediyordu” diyen Lubich “O andan itibaren, bizim yerimiz acıların bulunduğu yerlerde, bölünme ve travmaların olduğu her yerdeydi. Bölünmüş ailelere sevgiyi, nesiller arasında oluşan uçuruma sevgiyi, birbirlerinden ayrı olan Kiliselere sevgiyi, dinî çatışmalara sevgiyi, inanan ve inanmayanlar arasında varolan gerilime sevgiyi götürmeliydik. Ve sihirli bir şekilde birliğin yeniden oluştuğunu, ümit, sevinç, huzurun yeniden doğduğunu gördük” diyor.

Diğer dinlerin mensuplarıyla, özellikle de “Aynı Allah’a inanıyoruz” diyen Yahudi ve Müslümanlarla diyalog kurmanın gereğinden söz eden Lubich “Sinagog, cami ve tapınakların bulunduğu yerlerin bize de ait olduğu bilincine vardık. Özellikle ortak ilke ve değerlerimize dayanarak, bütün bu insanlarla, evrensel kardeşliği kurmak için işbirliğinde bulunmaya çağrıldığımız kanısındaydık” diyor.

İbrahimî din mensupları olan Müslüman ve Yahudilerle, kendilerini derinden etkileyen ortak noktaların olduğunu söyleyen Lubich, bu noktaları şöyle sıralıyor: “Örneğin, bağışlayıcı ve merhametli tek Allah’a inancımız; Allah’ın iradesine tam anlamıyla riâyet edişimiz; İsa’ya ve annesi Meryem’e sonsuz bir şekilde hürmet edişimiz ortak inançlarımız arasında yer almaktadır.”

Karşılaştıkları her kişiyi gerçekten ve karşılık beklemeden sevmenin kendilerini çok sıkı bir şekilde diğer insanlara bağladığını söyleyen Lubich, bu fedakârlık boyutuyla ilgili olarak Kur’ân’ın “Asıl iyilik, sevdiği malını, Allah’ı hoşnut etmek için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere vermektir” (Bakara Sûresi: 177) âyetine dikkat çekiyor ve şu hadisi de aktarıyor: “Allahu Teâlâ buyurur ki: ‘Benim için birbirini ziyaret eden, benim için birbirini seven, benim için veren, benim için birbirine yardım eden, sevgime mazhar olur.’”

Allah’ın birliğinden, insanlar arasındaki birliği kadar İslâm dininin birlik kavramıyla dolu olduğunu vurgulayan Lubich, Kur’ân’ın şu âyetiyle farklılıklar içinde birliği dile getirdiğini söylüyor: “Ey insanlar! Birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık” (Kur’ân-ı Kerim, 49/13)

Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki diyaloğun nezaketen ve sadece sözde bir diyalog olmadığına, bunun derin öğretilere dayandığına dikkat çeken Lubich “Bu öğretileri, hayata dönüştürmeliyiz” diyor.

Evrensel kardeşlik için, bütün dinlerde ortak olan “altın kural”dan söz eden Lubich, bu kuralı, Peygamberimizin bir hadisine de dayandırıyor: “Hiçbiriniz kendisi için istediğini, (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz” (En-Nevevî, Kırk Hadis, No: 13).

“İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın” diyen Altın Kuralın gereğini Lubich şöyle açıklıyor: “Kardeşlerimizi sevmekten başka hiç bir şey istemiyor. Herkese ‘Sev’ diyor. Allah’ın yaptığı gibi, ayırım yapmadan, herkesi sev. Hemşerini veya yabancıyı; Avrupalı, Amerikalı, Afrikalı veya Asyalı; Hıristiyan, Yahudi, Müslüman veya Hindu herkesi eşit bir şekilde, ayırım gözetmeksizin sev. İnsan seçme. Herkesi sev. Diğerini kendin gibi sev. Sözlerle değil, somut bir şekilde sev.”

Lubich, “Dünya birliğinin güvenli temelidir” dediği sevginin gücüne ise şu sözleriyle dikkat çekiyor:

“(Sevgi), evrensel insanlık ailesine hayat verebilecek güçtedir, çünkü her döneme ait insan, grup ve toplumlar arasındaki ilişkilerde, her tür bölünme ve engelleri yıkacak güce sahiptir”.

Bu çerçevede yeni bir toplumun tohumunu atmaya çalıştıklarını söyleyen Lubich, evrensel birliğe götüren bu barış ve sevgi hareketinin, önümüzdeki üçüncü bin yıllık dönemde icrâ etmesini arzu ettiği fonksiyonuna ise, Papa II. Jan Paul’ün ‘Evrensel Barış Günü’ mesajında ifade ettiği şu cümlelerle dikkat çekiyor: “Sözlerle anlatılması mümkün olmayan acılara neden olan, bitmek tükenmek bilmeyen ürkütücü savaşları, çatışmaları, soykırımları, ‘etnik temizlikler’i dünyanın yüzünden silmeye yarasın...” (1 Ocak 2000).

Daha ötesini ise şu cümleleriyle ifade ediyor: “Karşılıklı sevgimiz, her yerde, sevgiyle yenilenmiş yeni bir dünyaya hayat vermeye katkıda bulunsun. Bu öyle bir dünya olsun ki herkes, kendini tek bir ailenin ferdi ve kardeşi saysın.”

Fatih ÇAPAR

21.10.2007


Neden nüans?

Modern zamanlarda çok kullanılan bir söz vardır: “Şeytan ayrıntıda gizlidir”. Her ne kadar bir çok yerde başka şeyleri ifade etmek, hatırlatmak için modern bir anlayışla söylense de, bu sözün gerçek anlamıyla doğruluk payı vardır.

Ahirzamanda yaşayan bir mü’min için daha da doğrudur. Nitekim ahirzaman, bir mü’min için ayrıntıların sadece ayrıntı olarak kalmadığı bir zamandır. İmtihanların içiçe geçtiği, giriftleştiği ve dolayısıyla iman ile küfür arasındaki çizginin bir hayli inceldiği bir zaman dilimidir âhirzaman dedikleri...

Bir kere bu yönüyle incelikler çok önemlidir. İncelikleri fark etmek ve elinden geldiği ölçüde fark ettirmeye çalışmak da önemlidir. Zaten Ahirzaman Peygamberi (asm) ilk ve son haccında yaptığı Veda Hutbesi’nde ne kadar da veciz ve net ifade etmiştir şeytanın ayrıntıda gizli olduğunu:

“Bugün şeytan, sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hâkimiyet kurmak gücünü ebedî sûretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!”

İncelikler Peygamberi’nin (asm) bu hitabına ahirzamanda en güzel şekilde muhatap ve ayna olmayı başarabilmiş bir eser vardır: Risâle-i Nur Külliyatı... Evet, Risâle-i Nurlar ahirzaman insanlarına şeytanın göstermek istemediği ayrıntıları göstermektedir. Bu şekilde ahirzaman mü’minlerinin imanlarının tazelenmesine ve kurtulmasına vesile olmaktadır.

Bu arada okudukça görmüştüm ki; Risâle-i Nurların satır aralarındaki küçük farklılıklarının da büyük açılımları, hayatımıza çok önemli tesirleri olmaktaydı. Biraz da bütün bunları düşünerek bir köşe ismi seçmem gerektiğinde “Nüans”ı seçmiştim. O an için aklıma “anlam inceliği” mânâsına gelen başka bir kelime yoktu...

Küçük şeyler önemlidir

Şeytan nüanslarda saklıydı, melekler de öyle. Aslında pek çok küçük şey önemlidir. Ama bizim ahirzaman dediğimiz çağın düşünce yapısı küçük şeylerin de önemsiz olduğunu ima ediyor. Bizzat bu satırların yazarı nefsinin bu yapıda olduğunu itiraf ediyor. Meselâ nefsim “Tezkere... Millî maç... Referandum vs...” gibi ‘büyük’(!) meselelerle uğraşmak varken Risâlelerin satırları arasındaki inceliklerle uğraşmanın anlamsız(!) olduğunu fısıldıyor.

Bu desiseden kurtulmak için yine hemen Risâle-i Nurlara koşuyorum. Neyseki yine onun sayfaları arasında dolaşırken nefsimin bu tuzağına, bu şeytanla işbirliğine son derece kesin cevaplar içeren “nüans”lar, “incelikler”, “ince sözler” buluyorum:

Mesela 23. Mektub’da “Kur’ân’a ve imana ait herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir. Öyleyse, ‘Şu küçük bir nüktedir; şu izaha ve ehemmiyete değmez’ denilmez” diyor. Demek ki küçüklük ve büyüklükte asıl birinci ölçü bir şeyin Kur’ân’a ve imana ait olup olmamasıydı. Risâle-i Nur Külliyatı’nın her satırı Kur’ân tefsiri değil miydi?.. İman hakikatlerinin izahı değil miydi?

Yine Risâlelerin Mesnevî’sinde “Çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar” denilmekteydi. Ve ikinci bir değer yargısını ise Emirdağ Lâhikası’ndan öğreniyorduk: “Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—bizim meselemizin en küçüğüne—bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor.” Sonsuzluğun olduğu durumda sayıların büyüklüğünün sıfıra eşit olması gibi, beka ve sonsuzluk bütün küçük şeyleri büyütüp sonsuz önemli hale getirmeye yetiyordu. Evet, bekaya ait olanlar fanî olanlara göre her zaman büyük ve önemli olacaklar.

Öyleyse Risâle-i Nurları okumaya devam etmeliydim. Bir sonraki yazımızda da inşaallah yine Risâlelerin satırları arasında dolaşırken gözüme takılan çok ince ve çok lâtîf bir iki yere işaret edelim.

[email protected]

yazar.nurasya.com

Ahmet Tahir UÇKUN

21.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri