Milliyet Gazetesi’nde Melih Aşık 19 Ekim 2007 günü “AKM için...” başlıklı bir yazı yayınladı. Önce yazıyı bir hatırlatayım:
“Büyükelçi Vahit Halefoğlu anlatmıştı. Türkiye yıllar önce Moskova’da yeni bir büyükelçilik binası yaptırmaya karar verir. Kentin mutena bir semtinde arsa alınır. İnşaat hazırlıklarına başlanır...
Derken bir gün elçiliğin yapılacağı arazide gösteriler başlar... Rus aydınları her gün arsada toplanıp yüksek sesle Puşkin’in şiirlerini okumaktadırlar. Bu tuhaf durumun sebebi sonradan anlaşılır.
Meğer Rusların büyük şairi Puşkin, zaman zaman gelip o arsadaki bir ağacın altında kitap okurmuş... Bizim elçilik durumu resmî makamlara bildirir, arsanın boşaltılmasını ister.
Ne var ki Rus aydınlarının gösterileri yoğunlaşarak sürmektedir. Sovyet yönetimi de bu manzara karşısında bir şey yapamaz... Sonuçta o arsaya inşaattan vazgeçilir.
Bizim ülkemizin de okur yazar insanları, aydınları, san’atseverleri vardır... Beklerdik ki o aydınlar yıllardır konser, opera, bale izledikleri AKM’nin yıkılmasına karşı bir küçük tepki göstersinler...
Yıllarca oyun izledikleri Taksim ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin tiyatroya kapatılmasına karşı birazcık homurdansınlar... O mekânlar ki bizi san’atla buluşturmuş, kent yaşamımızın kimi anılarını yüklenmiş.. O mekânlar ki artık bizim olmuş. Birilerinin buraları ‘Ben yıkıyorum’ deyip yıkması bu kadar kolay mı olmalı? Halkın malı olmuş san’at merkezlerini paraya dönüştürmek isteyen haramilere meydan bu kadar boş mu bırakılmalı?”
Puşkin’in zaman zaman gelip de kitap okuduğu arsaya bile sahip çıkan Rusların varlığı hatırlatılınca, aklıma onlarca yazarımızın maddi manevî miraslarına yaptığımız başta resmî saygısızlıklar hücum etti beynime…
Hele bir tanesi, koca bir kıymık gibi acıttı bir kere daha beynimin kıvrımlarını…
Rusların Puşkin’e böylesine sahip çıkmasını yadırgamadım…
Bizim; millî şairimiz, İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Âkif’in miraslarına sahip çıkmayışımızı yadırgamadığım gibi!
Evet… Mehmet Âkif’in doğduğu evin yerinde yeller esiyor yıllardır değil mi?
Ya vefat ettiği ev ne durumda dersiniz?
İstanbul’un göbeğinde, Taksim İstiklâl Caddesi üzerindeki Mısır Apartmanı’na bi zahmet uğrayın da –bir ilgili bulursanız- sorun bakalım, İstiklâl Marşımızın şairinin vefaat ettiği daire hangisiymiş? Şu anda hangi amaçla kullanılıyormuş?
İstiklâl Marşımızın şairinin cenazesinin, acı haberi alır almaz Beyazıd Camiini dolduran üniversite gençliği elinde defnedildiğini, tabutuna lokantacının getirdiği bayrağımızın örtüldüğünü ve devlet erkânından hiçbir kimsenin millî şairin son yolculuğunda bulun/a/mayışını da bir düşünün hele…
Sırf fikirlerinden dolayı hapislere atılan, sürgünlere lâyık görülen onlarca yazarı, düşünürü, şairi de ekleyin ardına bakalım… Gurbet ellerde vatan hasretiyle hayatını kaybedenlerin yerine koyun bir kendinizi… Hani “empati” diyorlar ya… Ondan yapın bi kere, n’olur!
Bir yandan milyarlar harcayıp zaman zaman “okuma kampanyası” düzenleyenlerin, diğer yandan “kitap okurken yakalanma” suçundan (?) dolayı hapislere yollanan vatan evlatlarının hangi yazara nasıl sahip çıkma bilinci geliştireceğini de cevaplayın…
“Bizim ülkemizin de okur yazar insanları, aydınları, sanatseverleri”nin “yıllardır konser, opera, bale izledikleri AKM’nin yıkılmasına karşı bir küçük tepki” göstermelerini ondan sonra bekleyelim, değil mi?
“Halkın malı olmuş sanat merkezlerini paraya dönüştürmek isteyen haramilere meydan bu kadar boş mu bırakılmalı?” şeklinde hakaretâmiz ifadelerle meseleye yaklaşmak çözüm değil…
AKM’ye gösterilen genel sahiplenmenin, medyatik destek kampanyalarının yarısının bile Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılma talebi için gerçekleştirilmemesi ise “samimiyet” sınavındaki çuvallama olarak orta yerde yönetmenini bekliyor!
AKM’de kışın program izlerken “donuyoruz” diye, sıcak günlerde program izlerken “pişiyoruz” diye feryad edenlere yine de tavsiye ederim ki kulise de bir göz atmayı denesinler… Sahne arkasını, hele hele sanatçılara tahsis (!) edilmiş genel ve özel soyunma odalarının hâlini bir görsünler…
Ondan sonra, hakaretlerle yıktırmama histerisi yerine; “Yahu… Birileri çıksın ve bu ayıbı, demire giydirilmiş camdan ucube binayı İstanbul’un orta yerinden bir an önce kaldırsın… İstanbul’a, 2010’a hazırlanan bu tarihî beldeye yakışacak, Bizans’tan bugüne gelen mimarî zenginliğimizi dünyanın gözü önüne koyacak çok yönlü modern salonlarla acil bir kültür merkezi kondursun oraya.” desin…
Hatta bu kadarla da kalmamalı bence…
Meydana hâkim ikinci büyük yapı olan otelin -en azından çıkıntılı alt – cephesi de gözden geçirilsin… Söz konusu otel de; sadece sanatsal kullanım açısından çok amaçlı, estetik ve modern ama şehrin asıl mimarisine uygun olmasını arzu ettiğimiz yeni AKM’nin görüntüsüyle ortak bir çehreye kavuşturulsun…
Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılmadan iyileştirilmesi mümkün… Ama AKM’nin değil… Ne gariptir ki özellikle bir kartele bağlı yayın organlarında sadece AKM’ye sahip çıkılıyor da Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne sahiplenilir gibi yapılıyor…
Şu önemli notu da mutlak surette bir kere daha eklemeliyim: Hem Muhsin Ertuğrul Sahnesi hem de AKM’nin yeni yapılanmasında “san’at ve kültür” dışında bir kaygı asla taşınılmamalı… “Gelir getirici” hiçbir yapılanma –otopark ihtiyacı dışında- bu binaların yerine / yanına / kıyısına köşesine ikâme edilmemeli…
Olaya taraf olan bütün yetkililer şunu unutmamalı!
Günümüz insanlarının çoğunluğu böylesi bir durumu “hoş” görse bile, tarih asla affetmez!
21.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|