Maddeci felsefeden türeyen ırkçılığı esas alan bölücü teröre karşı salt askerî değil, ekonomik, sosyal, siyasî ve psikolojik çözümlerin bulunması ve mânevî tedbirlerin alınması, artık herkesin kabul ettiği ortak bir fikir.
Ne var ki çoğu dünyevî çıkar eksenli ve maddeci felsefeden türeyen sözde terdbirlerin, bir sonuç vermediği Cumhuriyet tarihindeki olaylar gösterdi.
Bu bakımdan, daha Osmanlının son devrinden başlayarak, peşinden yeni rejime sözkonusu maddî tedbirlerle beraber mânevî ve Kur’ânî tedbirleri beyân eden Bediüzzaman’ın, bu husustaki tespitleri, bugün daha büyük bir ehemmiyet kazanmaktadır.
Demokrasi döneminde “Reis-i Cumhura ve Başvekile” başlığıyla Ankara’ya yazdığı bir mektupta, Ortadoğu ve Önasya’da İslâm ülkeleri arasında 1955’te kurulan “Bağdat Pakti”nı, bölgedeki milletler arasına ecnebî sömürgecilerce atılan “ırkçılık belâsı”nı defetmesi ve mânevî kardeşliği ihya edip pekiştirmesi açısından takdir eder. (Emirdağ Lâhikası, 437-440)
“Dehşetli ifsad komitesi”nin “bu fedâkâr, mâsum ve hâmiyetkâr millet”e zarar vermek maksadıyla, “milliyetleri İslâmiyetle mezc olmuş”, içiçe girip kaynaşarak ayrışma imkânı olmayan “mücâhid Türkler”e karşı başta “mübârek kardeş Araplar” olmak üzere, diğer Müslüman milletleri pervâsızca istimal ettiğini bildirir...
* * *
Merhum Menderes hükûmetinin, İslâm kardeşliğini tahribe yönelik dünya barışını bozan bozguncu “gizli din düşmanları”nın tahriklerini boşa çıkartacak, Türkiye’nin Pakistan ve Irak’la imzaladığı ve daha sonra İran’ın da katıldığı ittifakı, Bediüzzaman’ın, “bu millete kemâl-i sâmîmiyetle, sürur ve ferahla kazandırmasını bütün rûh-u cânıyla tebrik”i bunun içindir.
Çünkü, Emeviler zamanında ve geçen asırda hürriyetin başında kavmiyetçi “kulüpler”le kışkırtılan ve iki dünya savaşında hoyratça kullanılan ırkçılığa karşı en etkili çârenin, İslâm kardeşliği olduğu, tarihin şehâdetiyle sabitir.
Bundandır ki Bediüzzaman, nihâyetinde din ve mânevî hissiyatın hâkim olduğu Asya’da, insanları ifsad ve anarşiden koruyacak yegâne âmilin mânevî tedbir olduğunu belirtir.
Yine bu amaçla, Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’la birlikte, Asya’nın kalbinde, Van’da din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı Şark Üniversiteninin kurulması idealini gündeme getirir. Tâ ki, birbirine dost, kardeş, akraba ve dindaş olan “İslâm kavimleri”ni, “menfî ırkçılık” bozmasın...
Son çeyrek asırdır, Marksist-Leninist kökenli bölücü terörün, mâsum insanları, kadınları, ihtiyarları ve hatta bebekleri hunharca katleden eylemlerine ve acımasızca on iki baskında bir defa daha görüldü ki, tıpkı dünya savaşlarında ırkçılık yüzünden yakılıp yıkılan ve onlarca milyon insanını kaybeden yabancılar, benzer gaddarca vahşi zulümleri Türkiye ve İslâm ülkelerine de taşıtmakta...
Gerçek şu ki bugün yeryüzünde artık cephe savaşları kalmadı. Ancak, bozguncu şebekeler ve insanlık hasmı gizli komiteler, mafyalaştırılıp, uyuşturucu, silâh, insan ve organ ticareti ve kaçakçılığı şebekesine dönüştürülen terör örgütlerini maşa olarak kullanmaktalar.
İsrail’e hizmeti asıl vazife bilen Evanjelist George W. Bush gibi, küresel gücü kullanan neoconlar ve dünya para spekülatörü Soros gibilerin küresel sermaye aracılığıyla, mazlum dünyada, özellikle İslâm coğrafyasında ırkçılık ve mezhepçiliği kışkırttığı ortada. Bu etnik tahrik politikalarıyla, bir dizi provokasyona sebebiyet verdirilmekte.
İşte bütün bunlara karşı, Bediüzzaman’ın “Bağdat Paktı”nı tebrik mektubunda yer alan, Cumhuriyetin başında Ankara’ya Meclis’e dâvette mebuslara dile getirdiği, “dinî ders”in önemi bir defa daha tebârüz etmekte.
Zira “dinden tecrid” hevesiyle, “mekteplerde yeni öğretim usûlleriyle nesillerin İslâmiyetle alâkasını kesen” öğretim ve tâlimin acı akıbeti, açıkça kendini göstermekte...
* * *
Süregelen etnik ve mezhebî tahriklerin, “bütün bu dehşetengiz plânları çeviren o müthiş fitnenin kaynağı” ecnebilerin işi olduğuna işâret eden Bediüzzaman, anarşi ve teröre karşı bilhassa Şark’ta insanların ıslahında dinî eğitim ve terbiyenin ehemiyetini nazara verir.
“Batılılaşma”yı öneren milletvekillerini uyarır. “Garplılaşmak’ nâmıyla an’ane-i İslâmiyeyi (İslâmın esas ve geleneklerini)” bir tarafa bırakma ve “lâdinî” dedikleri dinle ilgisi olmayan, dinden ayrı sistemi kurma eğilimindeki Meclis üyelerini, daha o günden bugünkü din dışı “menfi milliyetçilik” diye nitelendirdiği “ırkçılık” tehlikesine karşı ikaz eder.
“Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler, sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” sualine, Van’da “hâmiyetli Kürd bir talebesi”nin verdiği, “Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum; belki, babamdan ziyâde ona alâkadarım. Çünkü, tam îmana hizmet ediyorlar” cevabının gerekliliğini Meclis’e de tasdik ettirir.
Irkçı muallimlerin enjektesine tepkiyle daha da tırmanan “Kürtçülük damarı” tehlikesine karşı, Doğu’da, “Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur” kanaatinin tam yerleşmesi için, mânevî eğitim ve terbiyeye şiddetle ihtiyaç olduğunu ifâde eder.
Özellikle Anadolu’da ve bütün Şark’ta, birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, Van’daki medresede verdiği “dinî ders”in ne kadar lâzım olduğunu belirtir...
Sormak lâzım; bugünkü ırkçılık temelli asimetrik tahrike karşı mânevî terbiyenin ehemmiyeti âşikâr değil mi?
O halde neden hâlâ bundan bigâne kalınıyor?..
25.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|