Önceki yazılarımızda toplumbilimin; cemaatlerin yapılanmasını “daire, zincir, tekerlek ve Y” olarak dört kategoride incelediğini belirtmiştik.
Daire yapılanmasında söz sahibi şahıs/lider değil; meşveret ve şahs-ı mânevîdir. Yönetim biçimi seçim sistemine dayandığı için tüm üyelerin aktif olarak katılımı sağlanır. Gayet tabiî ki, bu katılım gönüllüdür. İşleri yürüten ve organize eden kurul, yöneticiler seçimle işbaşına gelir ve meşveretin aldığı kararları uygular. Vazifeleri, trafik memuru gibi organizatör olarak sistemin düzenli akışını sağlamaktır.
Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur olduğundan Nur cemaatinin halifesi, lideri yoktur. Bediüzzaman, bunu bizzat kendi nefsinde uygulayarak “şeyh, hoca, lider, halifeyi”, “Her meselemizde emir, Risâle-i Nûr’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin (talebelerin) ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var”1 diyerek aradan çıkarmış. Ve fikir, kitap endeksli, çoğunluğun görüşüne dayalı meşveret/danışma sistemini ihya etmiştir.
Liderlik sistemi ve özel sektör mantığıyla çalışan müesseselerde, şahıslar radikal kararlar alır, risklere girer ve sonuçlarına da katlanırlar. (Ki, onlar bile her istediklerini yapamaz, yetkileri sınırlıdır.) Ancak, cemaat fertlerinin tümünün katılımıyla oluşan hizmetlerde yönetici, istediği icraatı yapamaz. Meşverete bağlı olduğundan kendi başına karar alamaz.
Ne var ki, demokratik sistem, yani, “meşveret, seçim ve katılım” sistemiyle çalışan daire yapılanmasında da sıkıntılar, aksaklıklar, yanlışlar, problemler kaçnılmazdır. Kimi zaman işler sarpa da sarabilir. Veya zaman zaman müesseselerine “KİT” (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) mantığı hâkim olabilir.
Acaba bu durumda keyfîlikleri önlemek ve problemleri asgariye indirmek nasıl mümkün olabilir? Veya yöneticilerin keyfî karar ve uygulamalarını önleyecek müeyyideler nelerdir?
Aslında insan, imtihan ve dolayısıyla hizmet olan yerde problemler de vardır. Dünya dört dörtlük değildir. Önemli olan bunlara yaklaşım ve çözüm şeklidir.
Öncelikle belirtelim: Sıkıntı ve çarpıklıkların kaynağı istişare/meşveret değil, meşveretin lâyıkıyla yerleştirilip işletilememesindendir. Yani, cemaat fertlerinin, “eksikleri tamamlama, kusurları örtme, hizmete yardım etme, kontrol, mihenge vurma, hakkın hatırını âlî tutma” gibi vazifelerini ihmal etmeleridir. Ki, şahısların bu zaafları, şahıslardan mürekkep olan şahs-ı mânevîye de sirayet eder, zafiyetine sebep olur.
Bediüzaman bu hususa, “Zulüm, meşrûtiyetin hatası değil, belki kafanızdaki cehaletin zulmetindendir. Siz dîvanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz…”2 tesbitleriyle işaret eder. Burada meşrutiyetin yerine “istişare/meşveret”, millet yerine “cemaat” mefhumlarını koyabiliriz.
Şu hususta mutabık değil miyiz ki; tüm sıkıntılar, günümüz Kur’ân ve Sünnet ölçüleriyle, hizmet metotlarını ortaya koyan Risâle-i Nur’u ve özellikle—en azından—her on beş günde bir okunması tavsiye edilen İhlâs Risâlesini, yine ara sıra okunması tavsiye edilen İktisat ve Hucumat-ı Sitte Risâlelerini okumamak ve pratiğe geçirememekten kaynaklanmıyor mu? Öyle ise, teferruâtı tartışmanın ne anlamı var?
Böyle fasit bir düşünceden sıyrılmalı ve sonuçtan titremeliyiz: Ki, lider olmayanları lider konumuna sokup, ardından başkalarının kabahatlerini ona yüklemek adalet, ihlas ve uhuvvet prensipleriyle çelişmiyor mu?
Dipnotlar: 1-Hizmet Rehberi, s. 175.; 2-Münazarat, s. 28.
25.10.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|