Gerek âfâkî âlemde, gerekse enfüsî dairede nazarları dağıtan, Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle “beşerin beynini bin parça eden,” böylece insanı yaratılış maksatlarından uzaklaştıran hadiselerin yoğun şekilde ve ard arda yaşandığı bir çağdayız.
Bu durum, hayatlarını sair insanlardan çok farklı bir şuurla ve ebedî hayata endeksli bir duyarlılıkla tanzim gayreti içindeki Kur’ân ve iman hizmetkârlarını dahi etkileyebiliyor.
Hiçbir şey olmasa, hariçten ve kontrol edemediğimiz birçok kanaldan irademiz dışında dünyalarımıza akan menfî mesaj bombardımanı, ister istemez ruhlarımızda iz ve tortular bırakabiliyor.
Ve bu tortular, gerek söz konusu mesajların tahrip kuvvetine, gerekse bizim mukavemet ve bağışıklık gücümüzün zayıflığına göre, şevk ve moral kaybına sebep olabiliyor.
Bu bakımdan, manevî mukavemet ve bağışıklık gücümüzü hep sağlam tutmamız ve bunun için sürekli bir teyakkuz halinde bulunmamız büyük önem taşıyor.
Bunun en önemli şartı, manevî enerji kaynaklarımızla irtibatımızı, Üstadın bir mektubunda kullandığı ifade ile, “müfritane” seviyede muhafaza etmek.
“Müfritane irtibat”tan genelde anlaşılan mânâ, aynı hizmet idealleri için gönül ve fikir birliğiyle beraber çalışan insanların saflarını çok sık tutmaları, arayı açmadan sık sık bir araya gelip görüşmeleri, sohbet ve meşveret etmeleri.
Ancak aynı mânâyı, bu hizmetin temelini oluşturan ve Kur’ân’ın bu çağa dersi niteliğindeki eserlerle ilişkimize de tatbik etmemiz lâzım.
Bizzat müellifinin dahi, yazdıktan sonra yüzlerce kez okuma ihtiyacı duyduğu ve her okuyuşunda yeni mânâlar keşfedip çok istifade ettiğini söylediği Risale-i Nur eserlerini biz de elimizden düşürmemeli, defalarca okuma heyecanını hiç kaybetmemeliyiz.
Gerçek şu ki, yazının başında ifade ettiğimiz sebepler, özellikle son dönemde bu “okuma” aktivitemizi de ciddî şekilde zaafa uğrattı. Birçok alanda bunun sıkıntısını yaşıyoruz.
Onun için, öncelikle yapmamız gerekenlerin başında, kapsamlı ve yoğun bir Risale-i Nur okuma seferberliği başlatmak geliyor.
Bu seferberlikte hem şahsî okumaları teşvik etmeli, hem de daha yoğun ve kapsamlı müşterek okuma programları organize edip bunları yaygınlaştırmalıyız.
***
Geçen hafta “Kur’ân, Sünnet ve Risale-i Nur ışığında Cihad: Kalp ve gönüllerin fethi” isimli kitabını tanıttığımız Mehmet Ali Kaya’nın soyadı, sehven Bulut olarak çıkmış. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileyerek bu hatayı düzeltirken, bu vesileyle, adı geçen kitaptaki önemli tesbitlerden birini daha aktaralım:
“Dinin amacı inanmayanın hayatına son vermek ve yaşama hakkını elinden almak değil, bilâkis dünya ve ahiret saadetini temin etmektir. İnsana hayat vermekten daha değerli bir hizmet olamaz. İman hizmetinin değerini ise hiçbir şey tartamaz. Onu ancak Allah’ın mizan terazisi tartar.” (s. 108)
Üstadın “Mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye (hayata yönelik hizmetler) içinde en kıymettar, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâp etmesi için sa’y etmektir (çalışmaktır)” (Tarihçe-i Hayat, s. 188) ifadelerini hatırlatan bu cümleler, cihad denildiğinde sadece savaşı ve öldürmeyi anlayan zihniyetin ne kadar hatalı olduğunu da gözler önüne seriyor...
22.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|