Rum Patrikhanesiyle Bulgar Kilisesi arasında ayrıldıkları andan itibaren devam edegelen bir kısım ihtilâflar vardı. Kilise mallarının aidiyeti konusunda bir türlü anlaşamıyorlardı. İttihatçıların iktidara el koyduktan sonra yaptıkları icraatlardan biri de 3 Temmuz 1911 tarihli bir kanunla bu meseleyi çözüme kavuşturmalarıydı. Bu duruma göre kilise ve okulların hangi unsura ait olduğu nüfus durumuna göre belirleniyor ve aradaki ihtilâfa son veriliyordu.
İşte bu kanundan sonradır ki aralarındaki ihtilâf kalkan Balkan ülkeleri birleşip Osmanlıya karşı Balkan Savaşlarını başlatmışlardı.
Merhum Sultan Abdülhamid saltanatı döneminde, Rum Patrikhanesiyle Bulgar Kiliselerinin ihtilâflarından yararlanarak, “Düşmanın düşmanı düşman kaldıkça dosttur” misali, Osmanlılara karşı ittifak etmelerini önleyici polikitalar izlemişti. Düşmanın Selanik’e gelmek üzere olduğunu öğrenen ve o an için Selanik Alatin köşkünde kalmaya mecbur edilen sabık Sultana durum haber verilince, dört Balkan ülkesinin Osmanlıya karşı ittifakına ve hükümetin bundan haberdar olmamasına hayret etmişti. Kendisine gazete dahi okutulmadığı için durumu bilmeyen Sultan, hemen Rum Patrikhanesiyle Bulgar Kilisesi arasındaki ihtilafın halledilip halledilmediğini sormuş, durumu öğrenince de “Eyvah!” demekten kendini alamamıştı.
En zor şartlarda koca bir devleti 33 sene savaşa ve ciddî sıkıntılara sokmadan idare edebilmek büyük başarıydı. Değerini aleyhinde olanlar bile çoktan anlamışlardı. Hatta İttihatçılardan Enver ve Talat Paşalar I. Cihan Savaşına Almanlarla birlikte Osmanlının da girdiği o günlerde Beylerbeyi Sarayında ikamet etmekte olan Abdülhamid’e İshak Paşayı göndermiş, tecrübelerinden yararlanmak istemişlerdi. Savaş başladığı için artık söylenebilecek hiçbir fikir ve tavsiyesi kalmadığını belirtmişti Abdülhamid. Almanya ve Avusturyayla birlikte savaşa girmek büyük bir sorumsuzluktu. Dünya denizlerine hakim olan devletler yanında kara devletleri olan bu iki devletle birlikte savaşa girmek tek kelimeyle yanlıştı.
Sultan Abdülhamid saltanattayken ise gayet usta siyasetiyle Arap milliyetçiliğini körükleyen İngilizlere karşı da İslâm kardeşliği teziyle karşı durmuştu. İngilizler halifeliğin Kureyş’in, dolayısıyla Arapların hakkı olduğunu ileri sürerek Osmanlı halifesi yerine Mısır Hidivini halife seçtirmek istiyorlardı. Bunun için Abdülhamid İslâm kardeşliği, birlik ve beraberliğe ağırlık verdi. Tarikat şeyhlerinden tut, nüfuzlu kabile reislerine varıncaya kadar herkesten faydalandı. Bunları Anadolu ve Suriye başta olmak üzere Müslümanların çoğunlukla bulunduğu bölgelere gönderdi. Kardeşlik, birlik ve beraberliğin önemini anlattırdı. O gittikten sonra ise maalesef Araplar da İngilizlerin oyunlarına gelip bizden kopacaklardı.
28.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|