Her nimetin bir bedeli, külfeti ve sorumluluğu vardır. Mala sahipseniz zekât vermekle yükümlüsünüz, vermediğinizde ise büyük bir vebal altında kalır, günaha girersiniz.
İlminiz varsa, diğer insanlara göre birşeyler biliyor, hak ve hakikatten haberdarsanız, onu insanlara anlatmak, duyurmakla mükellefsiniz demektir.
Belki sizin anlattıklarınızla doğruyu, hakkı hakikati tanıyacak, yolunu düzeltecek; Allah’a, dine, imana, Peygambere, Kitaba sarılacak, huzur dolu bir iklime girecek nice insan var. Mükâfâtı çok büyük bu hizmetin. Allah Resûlü Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuyor mu? “Senin vasıtanla bir kimsenin hidayete, doğru yola kavuşması sahralar dolusu kırmızı develere sahip olmak (veya onları sadaka olarak vermekten) daha hayırlıdır”1 diye.
Böyle bir sevap kaçırılmaz. Bir kimsenin belki hidayetine vesile olamazsanız da ona doğruyu göstermenin sevabını mutlaka kazanırsınız. Hani öyle peygamberler gelmiş, bir kaç tane ümmeti olmuş veya hiç olmamış, ama peygamberlik sevabını yine almışlar.
Şöyle etrafınıza bir bakın, bu hakikatlerden haberi olmadığı için teröre bulaşmış sefahet, zararlı alışkanlıklar ve ahlâksızlığın girdabına düşmüş, insanlıktan uzaklaşmış; kendisi, ailesi ve toplumun huzurunu katletmiş nice insan var. Bunları gördükçe, duydukça yüreğiniz cız eder. “Acaba ben insanı insan yapan, melekleri dahi geride bırakacak, onların dahi saygı duymalarını sağlayacak kadar insanlık tahtına oturtan, kelimenin tam mânâsıyla medenî; sevgi, şefkat timsali bir insan hâline getiren, insanların mutluluğu, refahı için koşan kimseler yetiştirmeyi hedef edinmiş bir kişi olarak gerekenleri, üzerime düşenleri hakkıyla yapıyor muyum?” muhasebesi içerisine girdiğinizde, “Ben hakkıyla görevimi yaptım” diyebiliyor musunuz? Yoksa, “Maddeten ve mânen şunları şunları yapabilirdim!” mi diyorsunuz?
Bildiklerimizi anlatma gayreti içine giremediğimiz, bir kısım insanlara ulaşamadığımızdan dolayı bazı kimseler dalâlet veya sefahet içinde kalmışlarsa vebal ve sorumluluğumuzu bir düşünelim.
Peygamberimiz (a.s.m.) bildiklerini gizleyen insanlara Kıyamet gününde ateşten bir gem vurulacağını bildiriyor. Hele hele bunlar insanların kurtuluşuna vesile olan hakikatlerse… Buyururlar ki: “Her kime, bildiği bir mesele sorulur, o da bunu söylemeyip gizlerse, Allah ona Kıyamet günü ateşten bir gem vurur.”2
Her nimetin bir şükrü, karşılığı olduğu, hakkı verilmediğinde de vebalinin büyük olduğu unutulmamalı.
Dipnotlar: 1- Buharî, Cihad: 103; Müslim, Fezâilü’s-Sahabe: 34.
2- Tirmizî, İlim: 3; Ebû Davud, İlim: 9.
23.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|