Anayasayı da, 301’i de, ekonomiyi de, hattâ bütün Türkiye’de yapılan referandumu da geri plana iten terör gündemi Türkiye’yi de, dünyayı da kendisiyle meşgul etmeyi sürdürüyor.
Öyle ki, petrol fiyatlarındaki anormal yükseliş dahi Türkiye’nin Kuzey Irak’a yapması muhtemel bir sınırötesi operasyonla ilişkilendiriliyor.
Bu duruma kimi hükümet yetkililerinin zaman zaman övündükleri gibi “Artık dünya piyasalarını etkileyen global bir aktör olduk” diye bakıp sevinsek mi, yoksa sonuçta bizi de etkileyen olumsuz sonuçları sebebiyle üzülsek mi?!
Terör, tezkere, sınırötesi operasyon tartışmaları diğer birçok önemli konuyu örterken, doğrudan kendi kapsama alanında cevap bekleyen yeni soruların da kapağını aralamış oldu.
Ve bu meyanda, konuyla ilgili olarak iç kamuoyunun meçhulü olan bazı kritik bilgiler, dışarıdaki ağızlarca deşifre edilip açığa vuruldu.
Bunların başında, ilk olarak Bush’un telâffuz ettiği husus geliyor: “Şu anda Türkiye’nin Irak’ta zaten askeri var. Fazlasına gerek yok...”
Ardından Talabani “Türk ordusuna Kuzey Irak’ta dört adet üs sağladık” açıklaması yaptı.
Peş peşe gelen bu beyanların anlamı ne?
Bush’un ve Talabani’nin söyledikleri doğru mu? Kuzey Irak’ta askerimiz var mı? Varsa ne kadar, çapı ve mahiyeti ne? Bölgedeki Türk askerî üsleri ne iş yapar?
2003 Temmuz’unda Süleymaniye’de yaşanan o talihsiz çuval hadisesi bu üslerden birinde mi gerçekleşmişti?
Peki, biz Kuzey Irak’ta askerî olarak da var isek, yıllardır ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilen sınırötesi operasyon iddialarının anlamı ve izahı ne?
Bir yoruma göre, çuval olayı öncesinde oradaki asker sayımız 5000 civarındaymış. Şu andaki mevcudumuz iki tabura inmiş ve bunlar istihbarî faaliyetlerde bulunuyorlarmış (Şamil Tayyar, Star, 22.10.07).
Son olaylar, özellikle Dağlıca saldırısı, bu bağlamda birçok yeni soruyu gündeme getirdi.
Genelkurmay’ın bir süre önce “geçici güvenlik bölgesi” ilân ettiği dört sınır vilâyetine sevk edilen binlerce askerle yoğun operasyonların sürdürüldüğü, harekât bölgelerinin uçak ve helikopterlerle sürekli denetlendiği bir ortamda, 200-250 kişilik terörist grubunun Kuzey Irak’tan kalkıp sınırı geçerek fark edilmeden iki kilometre içeri girdikten sonra Dağlıca saldırısını nasıl gerçekleştirdiği suali, bunların başında geliyor.
Bu sualin içerdiği istihbarat zaafı kuşkusu ise, kendilerinden destek beklediğimiz bazı “dost ve müttefik” ülkelerin istihbarat vermediği, hattâ kendi birimlerimizin istihbarat haberleşmesini teknik yönden engellediği iddialarıyla pekişiyor.
Bölgeyi yakından bilenler, çatışmalar o coğrafî yapıda sürdükçe, hele sınırötesi operasyon da yapılırsa şehit sayısının daha da artmasına hazırlıklı olmamız gerektiğini ifade ediyorlar.
Ve bu durum, vur-kaç taktiğiyle çalışan terör örgütüne kalabalık ve nizamî birliklerle mukabele etme stratejisinin yanlışlığını, dolayısıyla bu konuyu terörle mücadelede uzmanlaşmış özel birliklere devretme gereğinin artık daha fazla ertelenemez bir zorunluluk haline geldiğini bir kez daha açık şekilde gözler önüne seriyor.
Sınırötesi hamasetiyle sürdürülen provokasyonları bir an önce etkisiz kılıp, öncelik ve özellikle bu konulara yoğunlaşmak gerekmiyor mu?
24.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|