Şuurlu–şuursuz destekçilerinin çok olduğu bir askerî harekât, elbirliğiyle nihayet olgunlaştırılmış oldu.
Bu "olgunlaşma" tâbirini bir başka askerî harekâta atıfta bulunmak maksadıyla kullandığımızı özellikle ifade edelim: 12 Eylül askerî harekâtı... O harekât, bir darbe, bir ihtilâldi aslında. Org. Bedrettin Demirel'in anlattığına göre, kuvvet komutanlarının 1979'da niyet ettikleri bu ihtilâlin bir yıl kadar tehir edilmesini bizzat Evren Paşa teklif etmiş.
Org. Evren'in gerekçesi de şuymuş: "Bir yıl daha bekleyelim ki, ihtilâl daha da olgunlaşsın..."
İşte, bu olgunlaşma süreci içinde, ne yazık ki beş bin vatandaşımız daha anarşiye kurban edildi. Yakın tarihimizle ilgili bu kısacık hatırlatmadan sonra, şimdi asıl konuya dönelim.
Seçimden önce, seçimden sonra
Kuzey Irak'a yönelik bir askerî harekâtı olgunlaştırma sinyalleri, aslında Türkiye'nin seçim atmosferine girdiği günlerin başında verilmişti.
Org. Yaşar Büyükanıt'ın 12 Nisan günkü konuşmasını hatırlayalım.
O gün, pür dikkat takip edilen basın konuşmasında, gündemdeki cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili soruları cevapsız bırakmış ve şöyle demişti: "Cumhurbaşkanlığı konusunda bana soru sormayın. Ama, meselâ, 'Kuzey Irak'a bir askerî operasyon yapılmalı mı?' diye sorabilirsiniz."
Yaşar Paşa, aynı sorunun cevabını anında yine kendisi vermişti: "Askerî açıdan bakıldığında, K. Irak'a operasyon yapılmalıdır. Ama, bunun için önce siyasî karar çıkmalı."
Niyetine tâ o zamandan girilmiş olan operasyon için gerekli "siyasî karar", seçimlerden önce çıkmadı, çıkamazdı. AKP, böyle bir şeyi kesinlikle göze alamadı, alamazdı. Bu işi seçimden sonraya bıraktı. Bir açıdan "akıllıca" davrandı. Aksi halde, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde DTP'yi sollayacak kadar oy alamazdı. (AKP'ye oy vermiş o bölgeden pekçok vatandaş, "tezkere" ve özellikle harekât kararından sonra "Böyle olacağını bilseydim, Erdoğan'a kesinlikle destek vermezdim" diyor.)
Evet, bugünkü durumun aynısı ortaya çıkmış olsaydı, Erdoğan ve partisinin seçimlerden önce "Kuzey Irak'a oparasyon" kararını verecekleri ihtimali yüzde "sıfır"dı... Böyle bir ihtimalden şiddetle kaçınıyorlardı. Hem, öyle bir kaçınma ki, bölge halkını dahi buna inandırmışlardı.
Seçimlerden sonra ise, Erdoğan ve partisinin tavrı kesinlikle değişti. Koro halinde "Artık buraya kadar! Sabrımız taştı!" demeye başladılar. Sabır denen duygu, hangi merhaleden, yahut kaçıncı şehitten sonra taşıyorsa artık...
Kanaatimiz o ki, tezkere ve operasyon kararı, mahiyeti hâlâ gizli tutulan "Dolmabahçe mutabakatı"na kadar gidip dayanıyor: "Böyle bir harekât, seçimlerden sonraya bırakılmalı" mutabakatı... Evet, bu bir kanaat izharıdır ve de kuvvetli bir ihtimaldir.
AKP, İttihatçıların hatasına düşüyor
1984'ten bu yana belki 30–40 defa sınırötesi oparasyon yapıldı. En etkili operasyonlar ise, Peşmerge kuvvetleriyle mutabık kalınarak ortaklaşa yapılan askerî ve siyasî operasyonlardır.
Buna rağmen, yine de kesin sonuç alınamadı ve terörün kökü kazınamadı. Bu da gösteriyor ki, kökün büyüğü ve derinlerde olanı dışarda değil, içerde.
Üstelik, şimdi yapılması düşünülen operasyon, öncekilerden çok daha risklidir. Zira, bugün karşısında sadece bir terör örgütü yok. Ayrıca, şu ya da bu sebepten dolayı, bugün yerel güçlerle (Peşmerge) ve Irak'ın tümünü işgal eden küresel (koalisyon) güçlerle de karşı karşıya gelme riski altındasınız.
Dolayısıyla, terör örgütüne açıkça destek vermeyen, yahut vermediğini iddia eden yerel ve genel güçlerle işbirliği yapmadan, onlarla bir mutabakata varmadan, bir sınırötesi operasyon riskini göze alamazsınız, almamalısınız.
Aksi takdirde, 1915'te İttihatçıların Kafkasya Cephesinde düştükleri aynı hataya, siz de Kuzey Irak cephesinde düşersiniz.
İttihatçılar, Turancılık hayaliyle ve bir takım hamasî nutuklarla Kafkasya'ya gönderdikleri Osmanlı ordularını eritip tükettiler.
Üstelik, o tarihte Müslüman Türk ordusunun karşısında gayrimüslim olan Ruslarla Ermeniler vardı. Onlara karşı birlik–beraberlik ruhunu canlandırmak, şahlandırmak kolaydı. Yine de, 90 bin kişilik ordunun en az yarısı telef olup gitti... Şimdi ise, düşünülen operasyon bölgesindekiler de bizim gibi Müslüman. Üstelik, onların akrabaları içimizde, aramızda.
Dolayısıyla, bu meselede onlarla bir mutabakata varmak şarttır, zaruridir. Aksi halde, sınırın ötesinde yaşanacak olan sıkıntının daha büyüğü, Türkiye sınırlarının dahilinde başgösterebilir. Böylelikle cephe büyüyecek ve "düşman unsurlar" çoğalacaktır... Böylesi bir tehlikenin sinyalleri, daha şimdiden ortaya çıkmış bulunuyor.
Kaldı ki, savaş hüviyetini alan böylesi harekâtlar, dahilde ancak birlik ruhuyla başarıya ulaşabilir. 33 sene evvelki Kıbrıs Harekâtını düşünün. Birlik beraberliğe rağmen, bu girdaptan henüz çıkabilmiş değiliz.
Düşmanları çoğaltarak yol yürümek, aklın mantığın alacağı iş değil...
* * *
Şu ana kadar görünen ve anlaşılan o ki, AKP hükümeti ve başbakan, vaktiyle İttihatçıların düştüğü benzer bir hataya maalesef düşmüş bulunuyor. Üstelik, siyaseten ülkeyi yönetme inisiyatifini de, peyderpey ellerinden kaçırıyorlar. İnisiyatif, başkasının eline geçiyor.
Gidişat aynen devam ederse, harekâtı olgunlaştıranların, mevcut hükümeti de çökerteceklerinden kimsenin bir şüphesi olmasın.
Hükümetler geçicidir gerçi; ama bizim asıl korkumuz, ülkeye ve millete daha büyük ve kalıcı zararların verilmesidir.
"Harekât kaçınılmaz" noktasına gelindi
Kimi siyasîlerin, düşünürlerin ve bazı medya mensuplarının haşin ve öfkeli tavırlarına bakıyoruz da, onlara göre bir savaş halinin çoktan başlamış olması gerekiyordu.
Bu yüzden, sokak hareketlerini ateşlendirmeye ve öfke selini ummanlara akıtmaya vargüçleriyle çalışıyorlar. Bir an evvel harekât başlasın istiyorlar; farklı sesleri de, ağır itham ve şiddetli gürültülerle duyulmaz hale getirmeye çabalıyorlar
Bereket ki, ekseriyet onlar gibi düşünmüyor, onlarla birlikte hareket etmiyor... Bizim gibi, itidal ve sağduyu çağrısı yapanların "Öfkemiz, kardeşliğimizi vurmasın!" uyarısı, şükür ki akıllarda, vicdanlarda mâkes buluyor.
Yine de, ne yazık ki bir sınırötesi harekât kaçınılmaz bir noktaya gelip dayanmış bulunuyor.
Bu noktada yapılacak en doğru ve en akıllıca iş, düşmanı değil, dost unsurları çoğaltarak hareket etmektir.
Belki henüz aklı başında olanlara tesir eder diye, bütün bunları yazıp sıraladık... Son olarak, bir kez daha tekrar edelim ki, terör belâsı, evet, mutlak sûrette bitirilmesi, bertaraf edilmesi gerekir.
Bunun için, mümkünse bir sınırötesi harekâta gerek duyulmadan iş halledilmeye çalışılsın. Zira, damarın büyüğü içerde ve üstelik içerden besleniyor. İçerde, bu kanın durmasını istemeyenler var. Kârları, menfaatleri bunda. Ekmeklerini kana bandıra bandıra besleniyorlar.
Dışarısı için ise, öncelikle diplomasi lisanı konuşturulsun. Yaşanan tecrübelerden, birikimlerden istifade edilsin. Dost ve komşularla muhakkak mutabakat sağlansın.
Tahrikkâr davranmakla, dünya âleme kafa tutmakla, hamasetli nutuklarda bulunmakla, dost yerine düşman sayısını çoğaltmakla, zararın büyüğünü evvela kendimize, milletimize ve ülkemize vermiş oluruz.
Bütün bunları aklımızın, vicdanımızın sesini duyarak, tarihe ve insanlarımıza karşı duyduğumuz mesuliyetin idrakinde olarak ifade etme ihtiyacını duyduk. Kimse tutup başka tarafa çekmeye çalışmasın.
24.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|