İslâmın yeniden hayatlanmasında Bediüzzaman Modeli - 3
III. İTTİFAK
A. Fertler arasındaki ittifak: İslâm ittifakının esası İslâm düşüncesini yaymak ve muhafaza etmektir.
Müslüman fertler arasında kopmaz uhuvvet bağlarının bulunması dolayısıyla İslâm birliğinin devamında Bediüzzaman’ın şu önemli sözlerini daimâ kendimize rehber edinmeliyiz:
“Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir.”6
Said Nursî, fertler arasındaki samimane ittifakın ve birliğin tek vücud sağlam bir cemaat meydana getirdiğini ifade etti. Bediüzzaman, zamanın cemaat zamanı oluşu görüşünü daima muhafaza etti ve bir cemaatin üzerindeki mânevî şahsiyeti hüküm sürdürmek için gerekli metodları vaz etti. Onun için şahsın zekî ve kabiliyetli biri, dâhî de olsa yenilgiye uğrayacağını belirtti. Müslümanların bu yüzden bir cemaat olarak hizmet görmelerinin kaçınılmaz bir düstur olduğunu ifade etti.
B. Müslüman devletler arasında birlik:
Müşterek bir gaye etrafındaki Müslüman devletlerin birlik haline gelmeleri onların politika sistemlerinin kurulmasında ilk temel esaslardan birini teşkil eder. Çünkü çağımızda yalnız kalmış ve tecrid edilmiş bir devlet için kurtuluş şansı ve hayatını idame ettirme imkânı hemen hemen yoktur.
İslâm birliğinin hedefi, Bediüzzaman’a göre, Müslüman dünyasında inkişaf için şevki harekete getirmek ve ehl-i îmân arasındaki muhabbeti intâc etmektir. Onun bu birlik görüşünü ortaya atmış olması kardeşlik ve uhuvvet üzerine Müslümanlara geniş ufuklar açacaktır. İslâm birliğinin Müslüman devletler tarafından ne şekilde sağlanabileceği düsturunu da aşağıdaki sözlerle serdetmiştir:
“Hükûmetin hedef-i maksadı—velev gizli ve uzak olsa bile—uhuvvet-i imaniye sırrıyla üç yüz milyonu bir vücut eden ve nurânî olan İslâmiyetin silsilesini takviye ve muhafaza etmektir. Zira, nokta-i istinad ve nokta-i istimdad yalnız odur. Yağmurun katarâtı, nurun lemeâtı dağınık ve yayılmış kaldıkça çabuk kurur, çabuk söner. Fakat sönmemek ve mahv olmamak için, Cenâb-ı Feyyaz-ı Mutlak bize ‘Ayrılığa düşüp dağılmayın’ (Şûrâ Sûresi: 13) ve ‘Ümidinizi kesmeyin’ (Zümer Sûresi: 53) ile ezel cânibinden nidâ ediyor.”7
Ne çeşit bir ittihad teklif etti?
Bediüzzaman, İslâm birliği hakkında ve bu birliğin nasıl elde edilebileceği üzerinde gayet sağlam ve açık fikirlere sahipti.8 Prens Sabahaddin’e hitaben yazdığı açık bir mektupta, İslâm birliğinin yeniden hayatlanmasında mühim rol oynadı ve birleşme şuurunu canlandırdı. Bu şuurun kazanıldığını beyan ederek uygun karakteristikleriyle ortaya çıkan bir federasyon altında birleşmenin lüzumluluğuna işaret etti.
Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde, Bediüzzaman, İslâm Cumhuriyetler Birliğinin USA’ya benzer bir biçimde kurulabileceğini açıklar. Öyle bir federasyonun, Müslüman dünyası için, büyük olmadığını, onun cemaatlerinin zaten tarihî, kültürel ve sosyal çizgilerle bağlanmış olduğunu belirtir. Federal sistemin, hakikatte, milletler arası ittihadın en mümkün olabilecek bir vasıtası oluşunu ortaya koyar. Böyle bir sistemde aynı zamanda farklı milletler bir taraftan kendi karakterlerini muhafaza imkânına sahip olurken diğer taraftan tek vücud halindeki birlikten azami derecede yararlanabilme özelliğine sahip olurlar.(...)
Eğer çağdaş devletlerin çoğu bağımsızlıklarını elde tutarken, çeşitli bloklar ve ittifaklar kurulduğu göz önüne alınırsa Müslüman devletlerinin de bir federasyon kurmalarında hiç bir zorluğun olmayacağı aşikârdır. Hele aralarında kültürel, ruhî ve dinî bağların bulunması Müslüman devletlerin bu hususa daha yakından alâka göstermeleri gerektiğini intâc eder.
Hâricî problemlerle karşı karşıya olan Müslüman memleketlerin böyle ittifaklarının kendileri için zarurî kılınmasında kaçınılmaz bir gerçek vardır. Tecrid edilmiş milletlerin beynelmilel ilişkilerdeki teşebbüsleri daima akim kalmıştır. OPEC’in Müslüman dünyası için, büyük güçlü devletler karşısında bile nasıl tesirli bir rol oynadığını ele alacak olursak o sadece petrol üzerine kurulmuş bir ittifakın misalini gösterir. Devletler ve cemaatlar arasında ittihadın devamı ve birliğin korunması için gerekli metod olarak Bediüzzaman, Peygamberimiz’in (a.s.m) istişare düsturunun takip edilmesi gerektiğini belirtir:
“Haklı şûrâ, ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakikî ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuât-ı tarihiye bize haber veriyor.”9
C- Diğer inanç sahipleri ile
müşterek cephe:
İslâm ittihadının mümkün olabilecek neticeleri Bediüzzaman’ın eserlerinde teferruatıyla incelenmiştir. Batı dünyasının ittifak etmiş olan Müslüman devletlerine karşı negatif bir tutum takınmaması, hatta onlarla müşterek olarak çalışması bugünün ihtiyaç ve problemlerinden dolayı elzem bir durum arz eder. Bediüzzaman, bilhassa dinsizliğe karşı Batı dünyasının Müslümanlarla birlik haline gelmeleri için eserlerinde gerekli ikazları yapmıştır. “Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar.”10
Başka bir mektubunda ise: “Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muârız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik, doğrudan doğruya anarşistliği intâc ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir.”11
Parlak istikbâle doğru:
Son bir kaç yıl içerisinde İslâm birliğine doğru dikkate değer gelişmeler oldu. Bunların arasında en önemle üzerinde durulması gereken, Müslüman memleketler arasında yapılan senelik kongrelerdir.
Bilhassa böyle konferansların en yenisi Müslüman memleketler arasında yakın temaslar ve sıkı tesanüd zemininin daha da sağlamlaştırıldığı, 10-18 Mayıs 1976 tarihleri arasında İstanbul’da yapılandır.
İslâm birliğine ait bu çeşit sevinçli gelişmelerin ışığında, Bediüzzaman’ın bize ümit verici sözlerini aşağıdaki şu cümlelerden hatırlayabiliriz:
“Ye’sin burnunun rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.”12
“İşte Nur Risâlelerinin, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi, gönüller üzerinde husûle getirdiği heyecanın kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur, başka birşey değil. Risâle-i Nur’un bahsettiği hakîkatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde, yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücâdelede, bu kadar ağır şerâit altında, Risâle-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakîkattir, hakîkat-i îmâniyedir.”13
“Komünistlerin dayandığı materyalist (maddiyyun) felsefenin hak ve hakikat ile hiçbir ilgisi olmadığını, nazariyelerinin tamamen asılsız olduğunu Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Kerîmin âyetleriyle ve gayet kuvvetli bürhan ve hüccetlerle aklen, fikren ve mantıken ispat ediyor. O çürük fikir karanlıklarına düşenleri tenvir edip kurtarıyor. Yalnız gözünün görebildiği yere inanan maddecilere dahi, Allah’ın varlığını, inkâr ve itiraz kabil olmayan kuvvetli delillerle ispat ediyor. Bilhassa lise ve üniversite tahsil gençliğine, bu harika eserler orijinal ve çekici üslûbu ve yüksek edebî san’atıyla kendini okutturuyor. (...)
“Okuyucularını birçok maddî ve mânevî felâketlerden kurtaran; ve bir üniversite mezunundan ziyade bir ilme sahip eden; İslâmiyet, vatan ve millet sevgisini aşılayan; Allah’a itaati, çalışkanlık ve merhameti öğreten Risâle-i Nur’dan, kıymetini anlayan hiçbir fert, ne pahasına olursa olsun ayrılmaz. Bu riyâsız, has hürmet ve tâzim, hiçbir kimsenin kalbinden çıkartılamaz.”14
Dipnotlar:
6- Mektubat, s. 255; Uhuvvet Risâlesi, s. 8
7- Münâzarât, 54
8- Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri, c. 4, s. 213.
9- Hutbe-i Şâmiye, 67-68
10- Emirdağ Lâhikası, s. 297
11- Emirdağ Lâhikası, s. 271
12- Hutbe-i Şamiye, s. 28
13- Eşref Edip, Said Nursî, Hayatı, Eserleri, Mesleği, s. 76; Tarihçe-i Hayat, s. 595
14- Şuâlar, s. 469-70
(Köprü dergisi, Ekim-1977)
–SON–
Süleyman KURTER - Osman BİRGE
|