Dikta rejimlerde kuvvet şahıstadır. Yöneticilerin muâmeleleri keyfîdir. Kanunu, hukuku da keyfine göre yorumlar. (Nitekim Türkiye’de cumhurbaşkanı seçiminde de bunun örneği görüldü! O takdirde de hak, kuvvetin mağlûbu olur. Yâni, kuvvetli olan haklı;1 güçsüz ise haksız düşürülür. Bu ise, zulümdür…
Meşrûtiyetin, cumhûrî sistemin, hürriyetin/gerçek demokrasinin ve meşveretin sırrı, kuvvetin kanunda olmasıdır. Şahsın düşünceleri, yani keyfîliği söz konusu olamaz. İslâm toplumlarında millet hâkimiyetinin, şûrânın, meşveretin İslâmiyetteki yeri şöyle tesbit edilir:
İcmâ-ı ümmet (aynı asırda yaşamış Müslüman âlimlerin, müçtehidlerin bir meselede birleşmesi, fikir birliği etmeleri), şeriatta kesin bir delildir. Re’yi cumhur (ekseriyetin görüşü) şeriatta bir esastır. Meyelân-ı âmme (kamuoyu) şeriatta muteber ve muhteremdir.2
Ne var ki, meşrûtiyet/meşveret/demokratik sistemde de kimi zaman işler düzgün gitmeyebilir. O halde şöyle düşünülmeli: Problemin kaynağı meşrûtiyet, meşveret olamaz. Zira, meşrûtiyetin veya meşveretin rûhu şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zarûretle (zarûretlerin zorlamasıyla) teferruâtta ona uygunluk göstermeyebilir. Dolayısıyla, meşrûtiyet/hürriyet zemini ve zamanında vücuda gelen her olay, her hal meşrûtiyetten kaynaklanması lâzım gelmez.3 Yani, “Meşverette meydana gelen her halin meşveretten olması gerekmez!” diye adapte edebiliriz. Ancak, ne kadar iyilik varsa, meşrûtiyetin (meşveretin) ziyasındandır.4 Bâzı memurların yanlış hareketleri, onu özümseyememeleri, yanlış anlamalara ve tavırlara sebebiyet vermiştir.5
Meşveret sisteminde bazen şer de çıksa ehven-i şerdir (iki kötüden daha zararsızını tercih etmek). Ehven-i şer, ise bir adalet-i izafiyedir/göreceli adalettir. Heyhât! Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.6 Yani, şu kararsız, perişan dünyada, olumsuz duygularla da örülmüş şu imtihan deverânında elbette bir takım aksaklıklar, eksiklikler ortaya çıkması kaçınılmazdır...
İşlerin aksaması durumunda yapılacak şey; Bediüzzaman’ın tâbiriyle, “Başkasına itimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder!” Sonra şu çarpıcı örneği verir:
Size bir misâl söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tembel ve muâvini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, biçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini (yetmeyeceğini) bilmekle nevm-i gafleti (gaflet uykusunu) terk edip, hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olmakla, hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyidir? Acaba Mâmehuran hırsızlarını tevbekâr ve sofi eden şu sır değil midir?7
Bilindiği gibi, Mamehurân hırsızları halkın malını talan ettiler. Bunun bir sebebi, çoban ve bekçilerin değersiz olup vazifelerini yapmamalarıdır. Talandan bıkan halk, artık malını bizzat kendisi korumaya karar verir. Her evden bir kişi koyunlarını, mallarını beklemeye başlar; hırsızlara göz açtırmazlar. İş bulamayan hırsızlar, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Tevbe edip kendilerini tekkeye atarlar! Tekkeyi beklediklerinden de çorbayı içerler...
İşte, meşveret de budur. İşlerin, ekseriyetle düzgün gitmesi, problemlerin asgariye inmesi, katılımı gerektirir. Meşveret üyelerinden, meşveret üyelerini seçenlere kadar fikri, zikri, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkeri, mihenge vurma, hakkın hatırını yüksek tutmayı gerektirir.
Unutmayalım ki: “Eğer meşrutiyet/demokrasi/meşveret buraya gelmemişse, sizin divaneliğinizden korktuğu içindir. Zulüm, Meşrutiyetin hatasından değil, kafalarınızdaki cehalet karanlığından kaynaklanıyor...”8
Dipnotlar: 1-Divân-ı Harb-i Örfî, s. 40.; 2-Münâzarât, s. 38.; 3-Age, 38.; 4-Age, s. 31.; 5-Age, s. 23.; 6-Age, s. 122-123.; 7-Age, s. 45-46.; 8-Münâzarât, s. 28
10.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|