İşlerini istişare ile yürütenler bilir ki, Peygamberimiz (asm), görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışan bir önder değildi. Vahyi aynen tebliğ eder, ona uyar ve uyulmasını emrederdi. Ancak vahye dayanmayan hususlarda kendi şahsî görüşünü sahabelerle eşit tutardı. Hemen her hususta ashabıyla meşveret eder, onların görüşlerini alırdı. Ebû Hureyre (ra); “Ben, Resûlullah’tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim”1 der. Bedir, Uhud, Hendek savaşları öncesinde, ordunun konuşlandırılmasında, savaş taktiklerinin tesbitinde ve savaş esirlerinin akıbeti hususundaki en kritik konularda ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, kendi düşüncesine aykırı olduğu halde ona göre hareket etmiştir.2
Peygamberimiz (asm), Uhud Savaşı sırasında, düşman saflarındaki bir kısım bedevîleri savaşmaktan caydırmak için Medine hurmalarından pay vermeyi teklif etmeyi gündeme getirmişti. Ancak sahabeler bu fikrin vahye dayanmadığını öğrenince, bunun zillet ihtivâ eden bir teklif olacağı gerekçesiyle itiraz etmişler, Peygamberimiz (asm) de vazgeçmişti.
Mekkeli müşrikler, onu Müslümanları ortadan kaldırmak için savaş ilân etmişlerdi. Mücahidlerle istişâre eden Hz. Peygamber (asm), 305 kişilik ordusunu Bedir’e getirerek kuyulara yakın bir yerde konuşlandırmıştı. Bedir Savaşı, bir avuç Müslümanın ve İslâmiyetin mukadderâtı, geleceğiyle ilgili bir savaştır. Hz. Peygamber (asm) “Mâdem durum bu kadar hassas, öyle ise inisiyatifi ben elime alıyorum!” demiyor. Ashabıyla karargâhın nerede kurulması gerektiğini görüşüyor. Henüz 33 yaşında bir genç olan Hübab bin Münzir (ra) ayağa kalkarak, “Ya Resûlallah! Burası, sana Allah’ın emrettiği, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi câiz olmayan bir yer midir? Yoksa şahsî bir görüş neticesi bir harp tedbiri olarak mı seçildi?” diye soruyor.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), “Hayır, şahsî bir görüş neticesi, bir harp tedbiri icâbı olarak düşünüldü!” diye buyuruyor.
Bunun üzerine Hubab şöyle diyor:
“Ya Resulallah! Burada karargâh kurmak pek muvafık değildir. Siz halkı hemen buradan kaldırınız. Kureyş kavminin konacağı yerin yakınındaki su başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz yapıp, onu su ile dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz susadıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler, zor duruma düşerler.”
Resûl-i Ekrem (asm) “Ey Hubab, doğru olan görüş senin işaret ettiğindir!” buyurarak meşverette alınan kararı uyguluyor.3
Kezâ, Uhud Harbi’nde de kendi düşüncesinin aksi olan ve istişare neticesinde ortaya çıkan ekseriyetin fikrine iştirak etmesi de, istişarenin önemini gösteren bir delildir. Esasen bu anlayış, âyetin ve sünnetin gereğidir. “Onlarla iş hususunda istişare et” âyetinin hemen ardından “Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a güvenip dayan, çünkü Allah kendisine güvenip dayananları sever”4 denilmesi, meşveret kararının tereddütsüz uygulanması gerektiğini gösterir. Karar verilmişse, artık hemen uygulama safhasına geçilmelidir. Tereddüt olmamalı, emin ve kararlı bir şekilde, meşveret kararları uygulanmalıdır. Nitekim Uhud Savaşı öncesi, meşveretten “meydan savaşı” kararı çıkınca Resûlullah (asm) evine gidip zırhını giyer. “Meydan savaşı” isteyenlerin bir kısmı gelip, görüşlerinden vazgeçtiklerini söyleyince de, Resûlullah (asm); “Bir peygambere, zırhını giydiğinde, artık geriye dönmesi yakışmaz” diyerek isteklerini geri çevirir.5
Onun irtihalinden sonra da ashab-ı kirâm, gerek ahkâm âyetlerinin nasıl anlaşılacağı ve tatbik edileceği meselelerinde, gerekse sâir konularda meşveret yapardı. Yâni, daima değişik fikirlere, farklı görüşlere açıktı. Onlara bu zemini de hazırlamıştı. Peygamberliğini asla bir imtiyaz olarak ileri sürmez, genç, fakat isabetli görüş sahiplerini dinlerdi.
İlk halife Hz. Ebûbekir (ra), devlet başkanlığına, üç farklı görüş sahiplerinin şiddetli tartışmaları sonucunda seçimle gelmişti. Keza, diğer üç halife de yine seçimle gelmiş, meşvereti daima esas almışlardı.
İslâm âlimlerinin, temel meselelerdeki anlayış farkları, mezheplerin teferruâttaki farklı yorumları ve uygulamalardaki içtihadları da, başkalarının fikirlerine verilen değeri yansıtmaktadır.
Dipnotlar: 1-Tirmizî, Cihad, 35.; 2-İbni Kesir, II, 128-129.; 3-Sîre, 2:272; Tabakât, 3:567-568.; 4-Kur’ân, Âl-i İmran, 159.; 5-İbni Kesir, II, 91; Beydavî, I, 178.
01.11.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|