Cihad, Allah yolunda, Allah’ın adını yüceltmek için verilen mücadelenin adıdır. Bediüzzaman Hazretleri “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşiler gibi icbâr ile değildir” buyurarak Cihad ve İ’lây-ı Kelimetullah’a yeni bir paradigma ve bir bakış açısı kazandırmıştır.
Cihad, mükellef her mü’mine düşen bir sorumluluktur. Cihadın ferdi ve toplumu ilgilendiren iki boyutu vardır. Ferdi ilgilendiren cihada, Peygamberimiz (asm) “Büyük Cihad” demiştir. Çünkü bir ferdin uhrevî kurtuluşu, nefsi ile mücadele ederek onu yenmesine bağlıdır. Küçük cihad ise toplumu ilgilendiren bir husustur. Fert, kendi hayatını toplumun hayatına fedâ ederse buna “Küçük Cihad” adı verilir. Kişinin malını ve canını fedâ etmesi küçük cihad, nefsini yenmesi ise büyük cihaddır. Çünkü büyük cihad kolay değildir.
Cihad, Allah’ın adını yüceltmek olunca, bir yerde Allah’ın adı unutulmuş, emir ve yasakları çiğneniyor ise orada Allah’ın adını duyurmak, imanı kalp ve gönüllere nakşetmek için mücadele etmek her inanan insan üzerine farzdır. Burada cihad, Allah yolunda mücadele etmek, Allah’ı insanlara öğretmek, nimetlerini hatırlatarak insanları Allah’a sevdirmek tarzındadır. İnsanın yaratılış amacı da böyle tahakkuk eder.
İlk cihad, “Oku!” emri ile başlamıştır. Kur’ân âyetleri nâzil olup, elden ele, dilden dile neşredilerek yayılarak okundukça Allah’ın adı yücelmeye başlamıştır. Sahabeler bunun için her türlü sıkıntıya ve işkenceye katlanmış, sürgüne ve hicrete mecbur kalmışlardır. Ve sahabelerin yaptıkları bütün bu mücadeleler, Kur’ân’da “cihad” kavramı ile ifade edilmiştir. Kur’ân okumaktan tutun, ibadet etmeye, din ve iman düşmanlarının baskı ve zulümlerine katlanmaya ve hicrete kadar her şey cihad kavramı ile dile getirilmiştir. Bu mücadeleler sonucunda da Allah’ın adı yücelmiştir.
Daha sonra mütecâviz dinsiz düşmanların tecavüzlerini def etmek ve mü’minleri korumak gerekmiştir. O zaman da devlet başkanının ve ordu komutanının emri ile kumandası altında savaşmak cihad sayılmıştır. O zaman da Allah’ın adını yüceltmek ancak bu şekilde sağlanmıştır. Bunun için Mekke döneminde cihad başka, Medine döneminde başka olmuştur.
Bütün bunlarla beraber Peygamberimiz (asm) yine de Tebük Seferi’nden dönerlerken “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz. Büyük cihad, kişinin nefsi ile olan cihadıdır” buyurarak geniş dairedeki meselelerle meşgul olanların küçük ve dar dairedeki en önemli vazifelerini ihmâl etmemeleri gerektiğini vurgulamıştır. Çünkü “En küçük dairede olan kalp dairesinde en mühim ve en önemli ve daimî vazife vardır. En büyük dairede ise küçük ve ara sıra vazifeler bulunabilir.” Büyük cihadda kaybeden ise küçük cihadı da kazanamaz.
Cihadın amacı, insanı Allah yoluna sevk etmek ve Allah rızasına ulaştırmaktır. Yüce Allah, buyurur: “Allah yolunda mücadele edenlere, Allah yollarını gösterir.” Allah, elbette yol gösterecektir. Ancak, Allah, bunu arayana ve isteyene gösterecektir. Allah’tan istenmezse ve aramak için gayret gösterilmezse, elbette Allah’ın yolu bilinmez ve rızası bulunmaz.
***
Selef-i Sâlihîn, cihadı, hiçbir zaman tek yönlü olarak ele almamıştır. Hak ve hakikatin neşrini en büyük cihad bilmişler, hakikati en zalim hükümdarlara bile pervasızca haykırarak en büyük cihadı yapmışlardır. Bu sebeple atıldıkları demir parmaklıklar arkasında hak ve hakikati neşrederek din-i mübîn-i İslâm’a hizmeti en büyük cihad olarak görmüşlerdir. İmam-ı A’zâm, İmam-ı Şafî, İmam-ı Mâlik, Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamlarının ve hakikat kahramanlarının cihadı hep bu şekildeydi.
Günümüzün cihadı da, günümüz müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursî’nin bize anlattığı ve hayatı ile uygulayarak gösterdiği şekilde, şartları dâhilinde “Allah için nasıl mücadele etmek gerekiyorsa o şekildedir.”
Bediüzzaman’a göre “Bu zamanda İ’lây-ı Kelimetullah’ın en büyük sebebi, maddeten terakkî etmektir.” Bu maddî terakkî, fertlerin zengin olması tarzında değil; müesseselerin maddî olarak terakkî ve tekâmülü şeklinde olması gerekir. Kurumlar zengin olmalı ve insanları istihdam edebilmelidir.
Zamanımızda iki büyük cihadı beraber yapmak durumundayız. Birincisi iman ve Kur’ân hakikatlerinin neşri ile “imana hizmet” tarzındaki büyük cihad… İkincisi ise iman ve Kur’ân hakikatlerinden nefsimizi istifade ettirmekle beraber arzularına muhalefet anlamındaki büyük cihad… Her mü’min her iki cihadı beraber yapmalıdır ki, nefsini gerçekten kurtarabilsin. Daha sonra da istifade etmiş olduğu bu yüce hakikatleri başkalarına ulaştırmak ve onlar ile de paylaşmak şeklinde cihadın diğer boyutunu da yapmakla mükellef olduğumuzun şuurunda olmamız gerekir.
Yukarıda anlatılanlar çerçevesinde “cihad kıyamete kadar devam eden bir ibadettir.”
Cihad, izzet ve şerefle yaşama mücadelesidir ve bunu sağlayan en büyük âmildir. Cihadı terk eden fert ve milletler, sefalete ve mahrumiyete, zillet ve hakarete maruz kalırlar.
Bu asırda manevî cihad sahasında “Risâle-i Nur Külliyatı” insana çok büyük fırsatlar sunmaktadır. İ’lây-ı Kelimetullah, ancak iman hakikatlerinin neşri iledir. Eskiden bu imkânı bulmak ve yakalamak imkânsızdı. Bu zamanda ise mümkün ve vâkî olmaktadır. Bu fırsatı kaçırmak da, çok büyük bir gaflet ve mahrumiyettir.
Kaçırana ne yazık! İstifade edene ne mutlu!
01.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|