Güneydoğu’nun önceliklerinin bilinmesi, buna dair çözümlerin serd edilmesi, hayata geçirilmesi ve etkisinin ölçülüp metodolojinin doğru belirlenebilmesi için, anlama arzu ve niyetinin çok bariz tezahürlerinin ortaya konulması gerekir.
Kapalı tezahür, karışık yorumlar, anlaşılmaz muğlak beyanlarla ve resmî kalıbın akla zarar dayatmaları ile Güneydoğu’nun anlaşılması mümkün değildir.
Son iki haftadır, terörü durdurmak için tek seçenek sınırötesi harekât gibi takdim ediliyor. Medya, kamuoyu ve sokak lojistiği buna göre “planlanıyor.”
Bayrak siparişleri, parti genel merkezleri üzerinden üniversitelere yönlendiriliyor, oradan da öğrencilere yürüyüş yaptırılıyor. Geçen hafta başkentte iki üniversitemizin bayrak alışverişi böyle cereyan etti.
Bayrak hepimizin millî vicdanı ve sembolüdür. Bir cumhuriyet bayramında, hapishanede penceresinin üstüne bayrak asılmasının mutluluğunu yaşayan Bediüzzaman’ın yaklaşımını hisseden insanlarız.
Vatan bizim, ülke bizim. Ancak bunun çığırtkanlığa dönüştürülmesi, tahrik vesilesi yapılması doğru değil.
29 Ekim günü Afyon’daki Özdilek mağazasında 10. yıl marşının son sürat çalınması, doğrusu cumhurun duygularına tercüman bir hal değildir. Müşteri ortalamasına baktım, doğru bir müzik değildi.
Bunu normal takdim edenlere “İlâhî çalınsaydı ona irtica demeyecekler miydi?” diye sormak lâzım.
Dönelim Güneydoğu’yu anlamaya. Terörü durdurucu silâhlı mukavemet dışında, yeni bir anlayışın ve yaklaşımın öne çıkması lâzım ki, Güneydoğu anlaşılsın ve çare bulunsun.
Bu meyanda güneydoğuyu anlamak için;
1- İdeolojik bağlamda düşünmeyen objektif ilim adamlarının saha çalışması gerekir. Bilimin özgür tanımlarına ve ifadelendirme hürriyetine gölge düşürmeyecek bir cesaret ve tahlil fırsatı tanınmalıdır.
2- Siyasî ve askerî izdüşümler ve ona göre ayçiçek misali yönünü seçen değişken ve dönüşken figürlerden sipariş ve tutuk reçetelerle yönlendirme olmamalıdır.
3- Sadece bilmek yetmeyeceği için, yaşayan örneklerden gidilmelidir. Devlet kusurunun tespit edilmesinden korkulmamalıdır.
4- Etnik yönlendirmelerden ve korkulardan uzak bir şekilde insanların görüşleri doğru alınmalıdır. Örnek olarak, Kürtçe konuşan vatandaşın görüşüne başvurulurken kendisini olduğu gibi ifade etme serbestisi içinde, onun yaklaşımları dikkate alınmalıdır.
5- Anlama sürecinde, diyalog sıcaklığı, güvenilirlik altyapısı ve farklılığını kabullenme ile işe başlanmalıdır.
6- Şefkat ve sevgi merkezli bir iletişim stratejisi ve gerçeği fotoğraflama niyeti ile bu çalışmalar yapılmalıdır. Otoriter, beyan sahibini sorgulayan ve sonuçta risk oluşacağına dair yaygın kanaat oluşturan tutumlardan uzak, halkı ürkütmeden fikirleri alınmalıdır.
7- İnançları, gelenekleri, davranış biçimleri, giyim ve kuşamları, algı düzeyleri ve beklentileri ile tepkileri rahat anlaşılabilecek ve bunu sergilemelerine imkân sağlayacak iletişim ortamları sağlanmalıdır.
8- Laik bir çerçeve, Türkçü bir bakış ya da Kürtçü bir eğilimi taşıyan aktörler saha çalışmasının dışında tutulmalıdır. Marksist bir temellendirmeden de uzak durulmalıdır.
9- Demokrasi temelinde insanı özümsemiş, eğitimci, sosyolog, ilahiyatçı ve psikolog karması bir heyet olmalıdır. Bunların etnik menşeleri farklı olmalı ancak insana ait bir envanter çalışması yaptıklarının farkında olacakları bir insani duruş sergilemeleri gerekir. Tıpkı bir hekimin reçete yazma hassasiyeti ile teşhis koymak için bulgulara ulaşma safiyeti gibi.
10- Kamuoyu şeffaf bir şekilde bilgilendirilmelidir.
Hülâsa, demokrasi dışında çaremiz yok. Terörü konuşarak ve herşeyin üstünü örterek, kapalı devre anlayışlarla çözüm görünmüyor.
Siyaseti gölgeleyen, iktidarı rendeleyen ve dış politikamızı örseleyen tahrik stratejisinden uzak durulmalıdır. Zihnî hazırlıkların halka dayalı irade boyutu göz ardı edilmemelidir.
01.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|