Dünya hayatı aldatıcıdır
Her günün başlamasıyla aynı maraton devam ediyordu. Gerçi roller aynı değildi ama hep bir yoğunluk vardı geceye değin. Bazen dolu dolu geçen zamanlar, bazen boşa geçen anlar, beraberinde yorgunluğu ile akşama bitkin erdiriyordu insanı.
Rabbim bakın ne buyuruyor Kur’ân-ı Kerim’de:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, gelip geçici bir süsten, aranızda bir övünme yarışından ve mal ve evlat çokluğuna düşkünlükten ibarettir... Dünya hayatı ise aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.”1
“Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise ahiret yurdudur. Keşke bilmiş olsalardı.”2
Büyümüş çocuklar mıyız diye düşünüyorum hâlimizi. Çocuklarıma baktığımda oyun oynamak, eğlenmek, süslü süslü giyinmek, hiç bıkmadıkları, her gün yeniden tazelenenircesine yapageldikleri uğraşlardan.
Onlar çocukluğunu yaşıyor elbet. Peki ya bizlere neler oluyor? Yaşadıklarımıza, konuşmalarımıza bir kulak versek, aldanan bir büyük çocuk olduğumuzun farkına varabilecek kadar da büyüğüz elbet! Rolleri paylaştırılmış bir sinema aktörleriyiz.
Erkeklerin bir kısmı, geçim derdine düşmüş, ay sonunu nasıl getireceklerini hesaplayarak... Bir kısmı; araba sevdasıyla tutuşmuş, o model senin, bu model benim diyerek değiştiriyor. Bir kısmı “Bir şehirde evim olsun, bir dağın eteklerinde, bir de deniz kenarında” diyerek, canları nerede tatil yapmak isterlerse oraya... Ellerinden gelse, firavun gibi saraylar yapacaklar, ama onlar dindar vatandaşlar!
Ya biz hanımlara ne demeli; kimimiz gelenek-görenek belâsından, kimimiz eşimize inat, kimimiz akrabamıza veya komşumuza bakarak bu oyuna öyle kaptırmışız ki kendimizi; gerçeği bazen o kadar erken fark edemiyoruz. Evimizin hiç bitmeyen (eksik!) ihtiyaçları, şu modern çağa uymak için çırpındığımız moda, kalite, güzellik için harcadığımız onca pahalı kozmetik kremler; “Canım kapalı olmakla ben saçıma bakım yaptıramaz mıyım?” deyip kuaförlere model ve boyalar için döktüğümüz paralar... “Yiyin için, fakat israf etmeyin” âyetinin, Bektaşi gibi başına bakarak, mutfağımızı ve buzdolaplarımızı çeşit çeşit, tıka basa doldurmalar...
Özellikle biz bayanların yaptığı, bir araya gelerek, şu bu eksiklerimizi sayıp, şunu bunu aldım, şu kıyafetler çok güzel, çarşıda şunu gördüm, bunu gördüm muhabbetleri... Çocuklarımızı da birbirimize şikâyetler... Ya eşlerimiz ve akrabalarımızdan dert yanarak, araya da gıybeti sokarsak, bütün bunlar kazandığımız günün aldatıcı menfaatinden başka bir şey olmayacaktır. Akşama erdiğimizde ise, yorgun ve harap olmuş bedenler... Erkekler televizyon başında o çok önemli dünyanın haberleri ve sporlarıyla koltuklarında yığılırken, acaba kaç baba televizyonu kapatıp evlâdı ile hemhâl oluyor.
Bütün bu anlattıklarım, görüp yaşadıklarım, benim dindar çevremden yansımalar... Öbür âlemi anlatmaya ne hâcet.
Küçük kızım, yatağına uzandığında: “Anne, iyi ki gece var, öyle yorulmuşum ki, ya bu uyku olmasaydı hâlimiz nice olurdu” diyor. Ona “Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık”3 ve “O Allah ki, dinlenmeniz için geceyi yarattı. Gündüzü de aydınlattı. Muhakkak ki Allah, insanlar üzerinde pek büyük lütuf ve ihsan sahibidir; lâkin insanların çoğu şükretmez”4 âyetlerini söyleyince, çok hoşuna gidiyor ve beraberce geceyi veren Rabbimize şükrediyoruz.
Peki, gecelerimiz, yorucu günlerimizin ardından bize yetiyor mu dersiniz? Etrafımdaki dostlarım, gece geç yatıp, gündüzün kaça kadar uykularına devam ettiklerini iyi bilirler. (Elbette uygulayanlara değil bu sözlerim).
Bir filmde izlemiştim. Köyde yaşayan bir aile… Gelin, kayınvalidesine:
“Ana, şehirdekiler gece geç yatıp, sabah geç kalkıyorlarmış. Bunlar, işlerini ne zaman bitiriyorlar?” Kayınvalidenin verdiği cevap, mânidardı:
“Kızım, onlar sabah kaçırdıklarını, gece arıyorlar.”
Namazla ilgili bir yazıdan hafızama not etmiştim: “Şeytan sabah namazına kalkma demez, ama geç yatmanı sağlar.”
Ne dersiniz kardeşlerim, acaba günün yoğunluğundan mı, işlerimizin çokluğundan mı okumalarımızı düzenli yapamıyor veya artıramıyoruz? Bir ablamız anlatmıştı: Ağabeylerden biri, eşine çamaşır makinesi almış. Ama bir şart koşmuş. Makine bitinceye dek eşinin Risâle okumasını istemiş. Elhamdülillah, evimizde makineleri koyacak yer bile kalmadı. Sizce okumalarımız ne kadar arttı veya bir araya geldiğimizde nelerden bahseder olduk?
Bediüzzaman ne diyor:
“...iman ve istikamet yolunu takip edip, boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’ân’dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip…” (Asâ-yı Musa, s. 19)
Bir besmele çekerek, hayata gerçek değeri ile bakarak, kendimize çekidüzen verelim mi?
Günleriniz oyun ve oyalanmadan sıyrılmış, bereketle dolu dolu geçsin.
Dipnotlar: 1- Hadid Sûresi: 20; 2- Ankebut Sûresi: 64; 3- Nebe Sûresi: 9; 4- Mü’min Sûresi: 61.
|