Dedelerimiz hârikâ bir durumla veya olayla karşılaştıklarında:
Adı üzerinde; “hârikâ” derlerdi…
Veya:
“Muhteşem!” kelimesi dökülürdü ağızlarından...
“Hârikulâde!”
“Mükemmel” gibi ifâdeler kullanırlardı!
Daha Osmanlı kültürüne sahip olanları:
“Fevkâlâde” kelimesini telâffuz ederdi…
***
Rengâhenk, rengârenk bir Türkçe vardır dedelerimizin lisânında.
Babalarımızın Türkçesi de Yahya Kemal’in ifâdesi ile:
“Ağzımızda annemizin sütü” gibi durudur; berraktır…
Hoş bir dil kullanırlardı onlar da.
Katıksız…. “Tarzanca” olmayan….
Süslü olmayan ancak duygularını bir çırpıda aktarıveren!
***
Annelerimizin kullandığı dil ise tam anlamıyla Karacaoğlan ve Yunus Emre’nin şiirlerindeki Türkçe kadar sâdedir:
“Ana rahiminden geldik pazara
Bir kefen aldık döndük mezara!” gibi
6+5 hece vezni akıcılığında bir Türkçe!
Bir kitabı; bir beyitte, bir cümlede anlatıverir anneler! Öyle “Nişantaşı-Mişantaşı Türkçesi” bilmeyen Anadolu’nun sevgi ve kültür ile dolu hazineler değerindeki özentisiz anneleri….
***
O anneler; şu sıralar, dünya telâşesinden olsa gerek pek kitap okuyamıyorlar!
Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu” romanı; diğer milyonlarca edebî eserlerimiz…
Hâlide Edîb’in eserleri; Afrikalı veya Avustralyalı anne ve babalara yazılmadığına göre bir gün elbette biz de dünyanın en çok okuyan milleti olacağız.
Ve…:
O günler gelince çocuklarımız “hârikâ” bir durumla veya olayla karşılaştıklarında:
“Waaaaavvv” demeyecekler!!!
01.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|