Aslında köşe yazarlarımızın işleri muhterem okuyucularıyla
*Yazılı bir meşveret,
*Karşılıklı fikir alışverişi,
*Bir müzakere ve mütalâa etmektir.
Bu, yıllardan beri uygulana gelen bir sistemdir. Zira, her zaman ve her zeminde Yeni Asya okuyucuları, gerek yayın politikasını, gerekse yazarları “mihenge vurma, murakabe ve kontrol”, Üstadı tabiriyle, “Zeki bir muhatap ve icabet eden” konumundadır.
Bu girizgâhtan sonra mevzumuza giriş yaparsak; insan ve hizmet olan yerde kusur, hata ve eksiklik vardır. Çünkü, beşer şaşar. Ancak, hatasından dolayı özür ve af dilemek, hatasını telâfi etmek de fıtratının bir gereğidir.
Toplum ve gruplar içindeki problemleri çözmek, sıkıntıları aşmanın birinci prensibi meşveret/danışma, müzakere ve mütalâadır. Ancak, “şahıs ve hadiselerden” ziyade, fikir ve sistem bazında yaklaşmalı. Zira, insan hatadan beri değildir. Hadiselere de her zaman cihet-i sittesi (altı yönü) ile yaklaşamayıp, kimi zaman tek cepheden bakıldığında isabetli teşhisler konamaz.
Meseleleri değerlendirirken, “müfsitler, fasık-ı mütecahirler ve zındıklar müstesna-suçlu, günahkâr aramamaktır. Yani, cihadımız cahillere değil, cehalete; fakirlere değil fakr u zarurete, muhaliflere değil, ihtilâf sıfatlarınadır. Düşmanımız da düşmanlık sıfatı olmalı…
Problemlere, sıkıntılara bu perspektiften yaklaştığımızda; nezahet, nezaketle, hak arama şuuruyla yapılan meşveret, müzakere ve mütalaalarla aşabiliriz. Hiç şüphesiz, tenkit ayrı, mihenge vurmak ayrı şeydir. Biz tenkitle değil, “yardımlaşmak, kusurlarımızı örtmek, eksikleri tamamlamak, vazifemize muavenetle” görevliyiz. İhlâs Risâlesi’nin ikinci düsturu buna amirdir. Yine Üstadın, “Sizler, ara sıra, İhlâs ve İktisat Lem’alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte Risâlesini mâbeyninizde (aranızda) beraber okumalısınız…1 şeklindeki tavsiyeleri de, meselelere hissi değil, prensipler, ilkeler, kaideler çerçevesinde yaklaşmamızı gerektirir.
Teşhis isabetli değilse, ameliyat-ı cerrahiye de yanlış yapılacaktır. Bu durumda da problemler, hastalıklar yaygınlaşır, müzminleşir. Temel hastalığımız Risâle-i Nur’u okumamak ve pratiğe tam olarak yansıtamamaktır. Zira, bilmek ayrı, uygulamak ayrıdır. İnsanlar helâk olur, bilenler kurtulur. Bilmek de yetmez, amel etmek, pratiğe geçirmek, hayata uygulamak gerekir. Uygulamak da yetmez, onlar da helâk olur. Ancak ihlas sahipleri kurtulur. Demek temel hastalığımız ihlâstır.
Genel rehavete kapılmamız, hizmet şevkini kaybetmemizin, dolayısıyla geride kalmamızın altı hastalık yanında, “Müslümanları ortaçağda durduran ve tevkif eden, geri bırakan altı hastalıkta”, ve keza, zindan-ı atalete (tenbellik, uyuşukluk zindanına) düştüğümüzün psiko-sosyal sebeplerinde. Onlar da, “ümitsizlik, şevksizlik, meylüttefevvuk/üstün olma meyli, sebepler zincirini atlama, yani, sünnetullaha, kevnî ve sosyal kanunlara uymama; hem kendisi, hem de hemcinslerinin hakkını aramama; acz ile kendine itimadı olmadığından işi birbirine bırakma/havalecilik; başkasının tembelliğini örnek alma; Allah’ın işine karışma ve meylürrahattır.2
Öyle ise, vurgumuzu, tahşidatımızı Üstadın teşhisleri üzerinde yapmalıyız. Yoksa teferruatı tartışarak ana meseleyi göz ardı edebiliriz. Risale-i Nur’u çokça okur, ihlâsı kazanmaya çalışırsak, diğer hastalıklarımızı da tedâvi edebiliriz, aşk ve şevkimizi de kazanabiliriz.
Bu arada, birlik ve beraberlik üzerine de vurgu yapmalıyız. Zira, bu nokta önemli değil, ehemmiyetlidir, lüzümlu değil, elzemdir. Zira, Üstad’ın hedeflerinden birisi İttihad-ı İslâm”dır. Kendi içinde müttehit olmayan, ittihad-ı İslam dâvâsında nasıl bulunabilir? Bununla birlikte özellikle meselenin püf noktasını teşkil eden şu ayrıntıya dikkat etmeli:
Risâle-i Nur presiplerinden, meslek ve meşrepten, dâvâdan taviz verilerek gerçekleştirilecek ittihad, gerçek ittihad değil; yalandan ittihaddır ve sonuçsuzdur.
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 172.; 2-Münazarat, s. 136-140.
29.10.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|