Cumhuriyetin ilânının üzerinde 84 yıl geçtiği halde, Türkiye’yi ‘idare edenler’ ile ‘idare edilenler’ arasında tam bir uyum sağlanabildiğini söylemek zor. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denildiği halde, bu ‘tesbit’in gereği yerine getirilemiyor.
Bu konudaki sıkıntılar, cumhuriyetin ilân edildiği ilk yıllardan itibaren azalmakla birlikte günümüze kadar devam edip gelmiştir. En başta, 1950 yılına kadar devam eden “tek parti”li yönetim anlayışının; “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” tesbitiyle örtüşmediği de ortada.
Tabiî ki Türkiye’nin tek derdi, ‘tek parti’ yönetimi olmamıştır. Demokrasinin gereği olan “çok parti”li hayata geçildikten sonra da “milleti dinlemeyen”ler olmuştur. Devlet ile milletin kaynaşmasına engel olan uygulamalar, zaman zaman azalarak, zaman zaman da artarak günümüze gelinmiştir. Son günlerde yaşadığımız ve ocakların sönmesiyle sebep olan ‘terör’ saldırılarının bir sebebi de, bu kaynaşmanın temin edilememiş olması değil midir?
Cumhuriyetin en sade ifadesi, milletin dediğinin olmasıdır. Geriye doğru baktığımızda, bu prensibin gerçekleştiği söylenebilir mi? Millet, bulduğu her imkân ve fırsatta kendisinin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda arzu ve isteklerini ortaya koymuştur. Yapılan seçimler ve ortaya çıkan neticeler bunun en güzel örneğidir. Ne var ki, seçimler yapılıp sonuçlar ortaya çıkınca, bundan memnun olmayanlar “millete rağmen, millet için” uygulamalarını sürdürmüşlerdir. “Hayır, milletin tercihlerine saygı duyulmuştur” demek mümkün mü? En son, anayasa değişikliğiyle ilgili olarak yapılan ‘referandum’ neticesine bile itiraz edilip, ‘bahane’ler aranmadı mı?
Türkiye’yi idare edenler; milleti dışlayarak, onları ‘yok’ farz ederek bir yere gidilemeyeceğini anlamak durumunda. Hemen her sıkıntının altında bu yanlış anlayış yatıyor. Devlet ile millet kaynaşması tam anlamıyla temin edilemediği sürece sıkıntıları geride bırakmak mümkün olmayacak. Bu sebeple, geçmişten gelen yanlış alışkanlıklar bir yana bırakılarak bir ‘iç âlem muhasebesi’ yapılmalı ve milletin tercihlerine saygı duyulmalı.
Avrupa Birliği üyeliği yolunda adımlar atan Türkiye, devlet-millet-yönetici kucaklaşmasını samimî bir şekilde temin edebilirse; bundan hem millet, hem de devlet kârlı çıkar. Zaten sıkıntıları aşmanın başka çaresi de yoktur.
Peki, bu kucaklaşma ve kaynaşma çok mu zordur ki ‘yöneticiler’imiz bundan uzak duruyor? Aslında zor ve imkânsız değil. Ancak biraz fedakârlık ve gerçeklerle yüzleşme gerektiriyor. Türkiye’yi ‘idare edenler’ ise nedense bu yüzleşme ve fedakârlığa yanaşmıyorlar. Oysa devletin ve milletin kalıcı menfaatleri bu kucaklaşma ve kaynaşma noktasındadır. Bunu da en başta yöneticilerimiz görmelidir.
Devlet, milletle barışsın, kucaklaşsın. Ama bu ‘slogan’la değil; icraatlarla yapılsın. Cumhuriyetimiz ve demokrasimiz ancak o zaman anlam kazanabilir.
29.10.2007
E-Posta:
[email protected]
|